10 Nisan 2010 Cumartesi

ÇEK O ZAMAN!

Ne romantik röntgen!

Çepeçevre çenem, arkadan vuran ışıkla daha da harelenen (yumuşak doku temsili) dumansı bir çerçeve içinde.

Dişler. Teptikleri horonun rasgele bir anında dondurulmuş amatör dansçılara benziyor. Kimi aşağıda kimi yukarıda, oraya buraya yatık..

Arkadaşım maskesini takıp mikroskobunu dişime nişanlayarak çelik çubuğu ağzıma soktuğunda sesim kesildi.

Sorunlu dişi yokladı. Cevabı sızıyla aldı. Uyuşturdu. Oydu. Açtı. Kanala, dibindeki kaynayan enfeksiyona ulaşamadı.

“Çekmekten başka çaremiz yok.”

Basit bir dolgu yenilemesi diye oturduğum koltuktan bir dişimden daha olarak kalkacağım demek.

“Uyuşmuşken alalım istersen.”

Karar anları ve ben! Konu, iriliği fark etmez, kararın 15, bilemedin 20 saniyede verilmesi gerekir!

Çek o zaman, dedim, pelteleşmiş dilimin döndüğünce.

Yaşam yoğunlaştığında zaman içine ne çok şey alıyor. Deveyi iğne deliğinden geçirmek dedikleri bu olsa gerek.

Gerisin geri sözcüklere çevrildiğinde sayfalarca laf edecek “his” halinde kodlanmış birkaç saniyelik yaşantı, çenemin panoramik röntgeninden çok mu farklı?

Hayatın sonsuz göründüğü güneşli yanından, gençlikten, gölgelerin uzamaya başladığı, kayıpların büyüyüp büyütüldüğü orta yaşa geçiş. Elde kalanlara, zengin cömertliği yerine dar gelirli hesap kitabı ile bakış. Başkalarının başına gelen kağıt üzerinde görünürken kendi başındakileri katmerli algılama.

“Merak etme, yavaş yavaş alacağım.”

Merak ettiğim yok. Ben “eksilme” konusunun minyatür bir temsiliyle İnsan Halinin dramatik yanında bir kayık gezintisi yapmakla meşgulüm! Üst tarafı bir dişten oluyorum ama denk düştüğü anımla nasıl da yaklaştırıyor bu beni insan zayıflığıyla böyle sıkı fıkı bir duygudaşlığa.

Yırtılan gazlı bez çağrışımıyla direnen kemik. Direnci zayıflıyor ve çıt! Bir kısmını bırakıyor.

“Az kaldı.”

Kaybedilen kollar-bacaklar, gözler.. Nedir ki bir diş!

Ama insan böyle bir mahluk işte. Kaygısı, kaygı konusundan, onun objektif büyüklüğünden, “haklılığından” bağımsız.

Fark kendine geliş süresinde. Ve ne kadar hasarlı dönüldüğünde.

Yoksa zayıf bir anda “önemsiz” bir şeyin tetiklediği kaygı ile bir travmanın yarattığı arasında orantılı bir şiddet farkı yok.

Arayı insanın hamarat “kurgu zihni” bir çırpıda kapatıyor.

Bir çıt daha.

“Tamam işte. Bitti!”

Güle güle diş.

Uzun uzadıya incelikli hiçbir analizin yapamayacağı kadar beni Shakespeare ruhuna yaklaştırdın. Endişenin dokunaklı yoğunluğuna.

Son hizmetin de bu lokmayı çiğnemek oldu işte.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder