Ne kadar dayatacak, ne kadar sen bilirsin diyeceksin? Her ilişkide önemli ama eşit koşullarda
kendiliğinden çözülen bir soru. Göz göre göre düştüğü hataların bedeli ağır
olacak yaşlı (ve inatçı) bir babayla ise bir halkla ilişkiler ve iletişim
alıştırmasına dönüşüyor.
Gece nezle başlangıcıyla uyandığını, boğazını viksle ovup
enfiye çekerek neyse, savuşturduğunu söyledi –tarazlı bir sesle. Aklım çıktı.
Korkuyla telaşın içimde yükseldiğini hissettim.
Korku ve telaş. Kapılır gidersen iletişim koparıcı bir karışım
bu. Yol açtığı tıkanıklıkla öfkeye dönüşmesi an meselesi. Vitesin dişlilerini
çorba ediyor. Etkisiz bir vaveyla yaratıyor. Hele karşındaki de senin kadar
yatkınsa.
İçimde telaş (kendime, ona kızgınlık, korku, ne
yapacağını şaşırma) bir yandan fokurdarken derin nefeslerle bununla aramı
açtım. Surat kaslarımı gevşettim. Tane tane, tedavi sırasında çok kırılgan
olduğunu, vücudunu korumamız gerektiğini söyledim. Evet, dedi gülerek, çıkmaya
çıkmaya pamuğa dönmüşüm baksana.
Basıp havalara savrulduktan sonra sırtüstü çakıldığın muz
kabuğunun iletişimdeki muadilleri (mesela yukarıdaki telaş) ile yaşadığın andan
kopup gitmedikçe (durumu, karşındakini, kendini berrak göremez olmadıkça)
hataları uzatmadan düzeltmek mümkün.
Palto ile ince pardösü arasında daha kalın bir pardösüde
uzlaştık. Ressam (ya da topçu albayı) beresini arkasından koşturdum. Bir de işitme
cihazı için gidip geldiğimde (“Ha, onu mu? Almasam da olur.” “Babaa!”) beş katı
çoktan inmiş, sokak kapısındaydı.
Ankara’nın gidişi dönüşünden ayrı, şimdi bir de gösteri
yürüyüşleriyle kesilip duran yollarına koyulduk.
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder