Ve bu kadar işte.
Babam havlu attı. Daha doğrusu, ilk günlerdeki erken
sevinci sırasında kafasına koyduğunu yapacağını bildirdi.
“İki günden sonra bir gelişme olmadı. Yarın fizik
tedaviyi bırakıyorum!”
Daha önce de böyle yapacağını söylediğinden doktorla
konuşmuştum. Dediklerini aktardım:
“Fizik tedavi uzun zamanda sonuç veriyormuş. Şimdi
bırakırsan buraya kadar yapılanların hiçbir anlamı olmayacak. Başlamışken..”
Ama Nuh diyor, peygamber demiyordu. Demez. Karşıma
dikilen tanıdık duvarın pekliği gözümü yıldırdı, kararttı. Tepem attı. Ortalığı
karıştırmamak için kalktım, uzaklaştım.
Kendimi bir süre yatışmaya bıraktım. Sonra içimdeki
girdaba çöp ayıklayıp toplayıcılar gibi yaklaştım.
“Gerçekte kızdığın ne?”
“Ne olacak” dedi hâlâ kızgın yanım. “Üç gün sonra
ağrıları geri döndüğünde ne yapacağımız.”
“Böyle söylüyorsun ama biraz daha bak. Haklı-doğru
bulduğun bir şeyi dayatırken onun
halinin farkında mısın? Saçmalıyor deyip geçmeden bakıp görebiliyor musun?”
“Hayır. Şu anda sadece benim dediğim ve yerine
getirilmemesinden duyduğum öfke var.”
“Evet. Bu kadar aşina olduğun inadı. Nasıl bir duygu
veriyor?”
“Kapı suratıma kapanmış gibi. Kapanmış, sürgülenmiş.
Aslında derdim dediğimi yaptırmak değil, açık bir iletişim. Birlikte
düşünebilmek, seçenek, çözüm üretebilmek. Ama içeri giremiyorum. Öfkem
çaresizlik hissinden.”
“Anlaşılır bir şey ama seni körleştirmesine izin verme.
Katılığa katılıkla karşılık verme. Karşındaki bir yetişkin. İstemiyorsa
istemiyor. Geri çekil, hafiflik, açıklık, mizahla dengelen. Rahatla.
Karşısındaki için duyduğu üzüntü, kaygının insanı zorbalaştırması an meselesi.
Yapabileceğini kendi düşündüğün yoldan yapmanın önü tıkanıyorsa zorlama. O
nasıl istiyorsa oyunu öyle oynamaya hazır olduğunu hissettir (sonuçta istediğin
bu, değil mi; onun işine yaramak) ve
bırak.”
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder