21 Şubat 2014 Cuma

SEKİZ

Ve bu kadar işte.

Babam havlu attı. Daha doğrusu, ilk günlerdeki erken sevinci sırasında kafasına koyduğunu yapacağını bildirdi.

“İki günden sonra bir gelişme olmadı. Yarın fizik tedaviyi bırakıyorum!”

Daha önce de böyle yapacağını söylediğinden doktorla konuşmuştum. Dediklerini aktardım:

“Fizik tedavi uzun zamanda sonuç veriyormuş. Şimdi bırakırsan buraya kadar yapılanların hiçbir anlamı olmayacak. Başlamışken..”

Ama Nuh diyor, peygamber demiyordu. Demez. Karşıma dikilen tanıdık duvarın pekliği gözümü yıldırdı, kararttı. Tepem attı. Ortalığı karıştırmamak için kalktım, uzaklaştım.

Kendimi bir süre yatışmaya bıraktım. Sonra içimdeki girdaba çöp ayıklayıp toplayıcılar gibi yaklaştım.

“Gerçekte kızdığın ne?”

“Ne olacak” dedi hâlâ kızgın yanım. “Üç gün sonra ağrıları geri döndüğünde ne yapacağımız.”

“Böyle söylüyorsun ama biraz daha bak. Haklı-doğru bulduğun bir şeyi dayatırken onun halinin farkında mısın? Saçmalıyor deyip geçmeden bakıp görebiliyor musun?”

“Hayır. Şu anda sadece benim dediğim ve yerine getirilmemesinden duyduğum öfke var.”

“Evet. Bu kadar aşina olduğun inadı. Nasıl bir duygu veriyor?”

“Kapı suratıma kapanmış gibi. Kapanmış, sürgülenmiş. Aslında derdim dediğimi yaptırmak değil, açık bir iletişim. Birlikte düşünebilmek, seçenek, çözüm üretebilmek. Ama içeri giremiyorum. Öfkem çaresizlik hissinden.”


“Anlaşılır bir şey ama seni körleştirmesine izin verme. Katılığa katılıkla karşılık verme. Karşındaki bir yetişkin. İstemiyorsa istemiyor. Geri çekil, hafiflik, açıklık, mizahla dengelen. Rahatla. Karşısındaki için duyduğu üzüntü, kaygının insanı zorbalaştırması an meselesi. Yapabileceğini kendi düşündüğün yoldan yapmanın önü tıkanıyorsa zorlama. O nasıl istiyorsa oyunu öyle oynamaya hazır olduğunu hissettir (sonuçta istediğin bu, değil mi; onun işine yaramak) ve bırak.”

.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder