O yüksek eşiğiyle böyle kıvranıyorsa babamın ağrıları
yaman olmalı.
Ve bir umut, doktora görünmeyi sonunda kendi istediyse.
Güler yüzüme güler yüzle karşılık veriyor, aramız iyi.
Konuşuyoruz. 90’ında uyandığını söylediği cehaletinden. (Gülerek,
“Bundan bihaberken yaşamak ne kadar daha kolaymış” diyor.) Varoluşun temelinde
gördüğü şeylerden. Anlatıyor. Dinliyorum.
Ona da kendime de alan açıyorum. Acelesiz, sabırlı.
Aceleci yanıma karşı da sabırlıyım.
Babam aynı şekilde karşılık veriyor.
Karşındakinin dilini kendi sözlüğünden geçirip çevirmeden dolaysız anlamaya
başlamak. Belki.
Sokakta öyle kırılgan ki. Dengesi. Şehrin karmakarışık
algı bombardımanına tepkisi. Yine de telaşın eşiğinde hızlı adımlar atmaktan
geri durmayışı. Kendine yeterlik düsturundan. Arabaya binerken kapısını açıp
kapamamdan her seferinde irkilişi. Zihnine, alışkanlıklarına ayak uyduramayan yorgun,
yıpranmış bedeniyle gözümün önünde durmadan ikiye bölünür gibi.
*
MR çekiminde sırasını sakince bekledi. Girdi, çıktı. “Bu
seferki zor oldu, gözlerimden yaşlar boşandı, çift görmeye başladım.”
Yakınmıyordu, yüreğimi eriten bir metanetle anlattı sadece.
Onu eve gönderip raporu beklerken Sakarya’ya yürüdüm.
Ağır ağır, amaçsızlığın tuhaf tadına vararak. Adımlarımın kendi kendini düşüren
temposu yapmakta olduğum şeyin farkına varmamı sağladı.
Çık kabuğundan, sabit denklikleri bir yana bırak.
Yaşadığın seni kendini vermeye çağırıyor. Geride hiçbir şey bırakmadan olduğu
gibi. Hizmet edebilirsen ne mutlu.
Öğle kalabalığına karıştım. Güneş altında yürüdüm.
Kitapçılara daldım çıktım –aradığım kitaplarda değildi, kapaklara alışkanlıkla göz
attım. Oturdum, insanları daha büyük ilgiyle seyrettim. Kuyruğu en uzun
balıkçıda mezgit-ekmeğimi beklemekten haz alarak bekledim. İçim boş, engin.
Dağılmaya başlamış sis beyazı.
Rapor ve götürdüğüm doktorun söyledikleriyle eve döndüm.
“Günde bir saatten 21 günlük fizik tedavi öneriyor.
Ağrını yüzde on bile azaltabilmenin kazanç olacağını söylüyor.”
“Peki, ama beni beklemene hiç gerek yok. Planladığın gibi
yap, evine dön, doğum gününü İstanbul’da arkadaşlarınla kutla.”
Neresi ki ev?
Düzenimi, yani alışkanlıklarımı sürdürdüğüm yer mi, yoksa
bunların duvarlarının eriyip gideceği, salyangozun kabuksuz dolaşmaya gönüllü
olduğu bu yer-zaman mı? Tanımların sıfırlandığı, şeylere çıplak gözle bakmaya,
kendimi çekmemeye, dokunmaya hazır hissettiğim burası, babamın yanı mı?
Bırak kalayım, dedim.
Kendine yetmenin temiz bir erdem olmaktan çıkıp ayak
bağına dönüştüğü şimdiyi fırsat bilelim.
Değerlendirelim.
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder