Bugün 93 yaşına basıyor. Yani zamanın olaylarla, çokça da
toprakla ilintilendirildiği bir belleğe değil (kuraklığın olduğu, hasadı don
vuran, pulluk aldığımız vs yıl ya da tabak gibi dolunay vardı, Hüsam dayı Şam’dan
döndüydü vb ile mimlenen gün), soğuk, yansız, ayrı bir takvim ve resmi nüfus
kaydına göre. Babam her durumda epeydir 91 yaşında olduğunu söylüyor. Takvim ne
kadar baskıcı olursa olsun, onu alıp kendi sıcağımız, adımlarımıza göre
şekillenen pabuç gibi, kullanımımızla biçimlendirmez miyiz?
Geçende uluslararası bir sohbette bir Amerikalı müzisyen,
kabul, diyordu, yemek yapmayı beceremiyorum ama şu gezegende aldığım nefes,
tuttuğum yerin karşılığını ben de şarkılarımla veriyorum.
Karşılığını verme fikrini düşündüm. Bıraksak yürekten
gelen doğal, güzel bir dürtü. Karşılıklı yükseltici. Düzenleyici, eşitleyici
de. Ama düzenleyiciliğini alıp biçimlendirdikçe nasıl mekanikleşiyor,
ağırlaşıyor, daralıyor. Kuruşu kuruşuna ve hemen muhasebesine dönüşüyor.
Özellikle insanın birey olarak bütünden koparıldığı kültürlerde ama onlardan yayılan
etkiyle artık üç aşağı beş yukarı her yerde. Hayata değerinin gerçek zamanlı yararlılıkla
biçilmesi.. Yaşlıları, zayıfları, yoksulları, hastaları ıskartaya çıkaran o
değil mi?
“Dedenin durumu ağırlaştığında yanına gittim. 91
yaşındaydı. Ben de senin şimdiki yaşlarında. İtiraf edeyim, içimden yaşadığı
kadar yaşamış, daha ne kadar istiyor diye geçti. Bunca yaşamanın bir çeşit
açgözlülük olduğu. Şimdi anlıyorum, yaşı kaç olursa olsun insan yaşamaya
doymuyor.”
Karşılığını verme dürtüsünü kaynağına, saflığına doğru
gerisin geriye izliyorum. Nefes kadar, onu alıp vermek kadar bir ve bütün
olduğu yere.
İşte babam. 91 veya 93 yaşında. Ve yanına gelen ben. Onu
kendi yoluma bir engel, yük olarak görebilir, ömrünün uzunluğunu anlamsız,
kendisi için de sıkıntılı bir ayak bağı bilebilirim. Gözüm arkada, aklım başka
yerde, ne orada ne burada yaşar, zamanı heba edebilirim. Varlığını sınırlayıcı
algılarım. İçerlemenin kısık ateşinde sabrım bu dar kaptan taşar da taşar.
Ya da yaptığım gibi yola kuru bir görev duygusuyla değil,
çırılçıplak bir farkındalıkla çıkarım. Durum bu, kal ve gereğini hissederek
bil, yerine getir yaşa derim. Aklım başı boş, soyut bir özgürlük özlemiyle
bölünmez. Duygularım onun peşinde ekşimez. Odaklanmış, ırmağı ırmak yapanın,
götürüp denize kavuşturanın ne kadar kısıtlayıcı!
demeden açtığı yatak olduğunu anlayarak yaşarım.
Bu da babamın aldığı soluk, tuttuğu yerin bendeki
karşılığı olur. Her nefesin değerli olduğunun, seni kabuğundan çıkarıp
yüreğinin uzak düştüğün derinliklerine, sevgiye ulaşma fırsatı sunduğunun
bilincine varmak.
Kuruşu kuruşuna ve hemen muhasebesine hiç kapılma. Bırak,
hayat vereceğini kendi yollarından ve kendi zamanında versin. Sen nerede
olacaksan ol, kal, aç yatağını ve ak.
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder