15 Şubat 2014 Cumartesi

BİR

Şubat ortası bahar. Küresel ısınma açısından hiç olmasa da bu iyi. Güneşi görmek başlı başına yüreklendirici. Çatı katının alışılmış Sibirya soğuğu yıldırıcı olurdu şimdi. Babam çok keyifli. Ağrılarının hafifleyiverdiğini söylüyor. Doktor korkusu.

Doktor, çocukluğumun bir parçası. Fazla görüşmedik ama halkaları çakışan aynı aile zincirindeniz. Yakın ve güven verici, rahatlatıcı. İyi bir toubib olmuş.

Filmi ışıklı panoya geçirip bak, diyor. Kaleminin ucu burada incecik kalmış siyah şeritte. Diskin nasıl kayıp omurların birbirine oturduğunu görüyor musun?

Babamın belkemiği spagetti gibi. İnceli kalınlı diskleri hayat temposunu yansıtıyor. Pürtelaş. Geri çekilme ve kabuğundaki sükunet.

Dünyayla temas anında akıcı olmaktan çok patlamalı bir enerji.

Pompei’nin o anda ne yapıyorlar idiyse öylece lav altında kalıp taşlaşmış insanlarını hatırlatan omurları, babamın tekrarlana tekrarlana pekişip kemikleşen hayata karşılığının da resmi.

Dün Sakarya Caddesinde, yakın bir geçmişe kadar üzerine limon sıkılan canlı istiridye tepkisi verdiğim keşmekeşe karışırken bunu düşünüyordum: İnsanın tepkisini hiç sorgulamadan, geri çekilip bir yandan ilgiyle izlemeden hep aynı şekilde tekrarlamasını. Sıkılan diş macununun tüpünden fışkırması kadar öngörülebilir ve mekanik.

Tempo uyumu rahatlığın, akışın temeli. Telaş ise bunların sekteye uğraması. Kör. Kendinin, ortamın, zamanın ayırdında olmamak. Körleştirici. Babam buna huyum böyle işte, diyor, değişmez ki.

Öyle mi? Değişmez mi? Hiçbir şey yapmadan kendini dürtülerin (aslında alışkanlıkların), otomatik duyguların oyuncağı olmaya bırakırsan elbette. Sen gözünü açmadan hiçbir şey değişemez.

Babam iyi bir dans partneri olmadı. Bunun için etrafında, karşısındakinde olup bitene açık, önce alıcı olmak gerek. Dansa davet olabilecek irili ufaklı her şey onun metronomunun dişlilerini telaş ve panikle birbirine geçirdi. Kendine kaçmaktan, geri çekilmekten, sakınmaktan başka yol bırakmadı.

Ya ben?

Şimdi içerde sıkışarak yamulan omurlarını çekerek açıyorlar. Çin işkencesi olarak karikatürleştirdiğim traksiyon.

Bir traksiyona da ben kendimde girişiyorum.

Beni anda olmaktan, hayata anı anına taze karşılıklar vermekten alıkoyan otomatik tepkileri askıya alarak.

Şehirden başla. İşte sana omuz omuza bir kalabalık, yapılarda, açık alanlarda göze soluk aldırmayan kişiliksiz, ruhsuz çirkinlik. Gözlerini bozkır göğüne çevirerek kaçtığın koca bir çanak şehir.


Sakarya’da canlı bir alıcılık yerine hafif bir uyuşmayla gelen tevekkülle dolaşırken bir müzisyen olduğunu hayal et, dedim. Rasgele gürültüyü alıp üzerine doğaçlamasını döşeyerek bunu bambaşka bir bütünün parçasına dönüştürmeyi bilen bir müzisyen.

.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder