Yavaşça alıştım.
Sabah güneşi omuz başımda, bir saati aşkın yüzmek, sıcak
yorgunu gözlerimi fazladan hırpalıyordu. Işık ve tuz ile aralarına bir perde
indirmek rahatlattı. Yoksa tabii çıplak gözden çok uzak bu görüş prezervatifli
seks gibi bir şey. Ama ne yapalım.
Nasıl takarsam takayım, kenarından köşesinden su
almasıyla uğraşırken birkaç sefer sonra camlarını sıvadığım tükürüğümü bile
ayarlayabilecek kadar bir beceri kazandım. Kazanmasına ama gözlerimin önünde
hala buğu ve damla beneklerinden görüntü kırıcılar oluyor. Alışmakla kalmadığım
da bu. Algılarda olağanın biraz dışına çıkma vesilesi sunan her fırsat gibi onun
da boynuna atlayıp kanatlarına tutundum.
Deniz gözlüklü görüş, yanlış anlamalar, hiç anlamamalar,
anlamanın gelip giden sınırlarıyla oynaşan bir yavaş (hem hız hem kavrayış
bakımından yavaş) görüş. Çiftleşen tekne direkleri, mürekkebine su damlamış
resimler gibi iç içe geçip biçimsizleşen evler, şu botun üzerindeki beyazlı
adam ne yapıyor orada dakikalardır diye meraka kapılıp yaklaşınca onun adam
değil, usturmaça olduğunu keşfetmek. Kesintisiz bir kestirme (tahmin ve
kısa yol tutturma olarak her iki anlamında) pratiği. Güzelim sabah ışığı ile
onun altında serpilen renklerin yerini alan bu kıtlaşıp fukaralaşan bakış beni
başka haller arasında gezdiriyor. Belki katarakt ya da başka bir görme
bozukluğu. Belki beynin yönetici işlevlerini etkileyen dejeneratif bir
rahatsızlık. Yahut kötü bir uyuşturucu/uyarıcı tribi.
Bildiğini sürüp gidecek sanma. Değişim gelir der gibi.
Yaşlılık, hastalık, apansız bir kaza. Vaktinde-vakitsiz. Ve okuyabileceğin
üniversitenin tanıtım turu gibisinden tadımlıklar sunuyor.
Can yakmayan bir simülasyon.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder