29 Haziran 2024 Cumartesi

DENİZ GÖZLÜĞÜ -2

İlk yazıyı buruşturup sepete şutladım. Eski gözlüğü de bir kenara kaldırıp içim yenisine hayret ve hayranlıkla dolu, deniz gözlüğü deneyimini yeniden yazmak üzere oturdum.

Kuzenimin armağanı. Sorup soruşturarak almış. Farkı kuruda hissetmeye başladım. Bir kere epey daha geniş. Gözlerim bardak çekilirmiş gibi vakumlanmaksızın oturuyor. Güzel kavrıyor ve rahat; güvenli bir ilişki misali.

İşini nasıl gördüğüyse ortaya elbette suda çıktı.

Ne sızdırma ne buğulanma; dışarıya yer yer matlaşmış ufak bir lombozun ardından bakmak yerine cam dipli bir teknedeydim. Belgesel kalitesinde bir görüntünün içinde süzülmeye başladım. İlk seferde şansıma su da alabildiğine berraktı. Aralarına güneşin parmaklarını daldırdığı irili ufaklı, turkuazlı gümüşlü balık sürülerinin üzerinden yüzdüm. Taşlı kumlu çorak yamalı, yosun adalı tabanın. Tirhandillerin bir uçta demirlediği açıklığı dilim içimde bile tutularak geçtim. Dibin görünmediği bu vadide o ne maviydi öyle! Işığı emerken göze pazen yumuşaklığıyla dokunuyor, öldürmek değil, varlığını kim bilir ne, bambaşka bir şeye açarak yaşatmak üzere seni derinlerine çekiyordu. Kucaklama niyetine kulaç atmaya başladım. Nefesim ve ellerimden doğup burgaçlanarak bir rakstır tutturan gümüş çeperli ve beyaz kürelerle kabarcıklar gelip seyre serpişti.

Gözlerimin önünde olup biten ciğerlerimi körükledi. Küçük aralarla uzun bir mesafe boyu rüzgarı kolayına alan bir yelkenli gibi kaydım.

Hareketlenmeye başlamış plajda insanlar denizden çıkarken bu kadar sırıtacak ne var dercesine bakıyor gibime geldi.

Ben biliyordum!

21 Haziran 2024 Cuma

YAŞAM SEVİNCİNDEN YOKSUN BİR DÜNYADA

Bir yanı hendekli, kaldırımsız dar yolun sahil sapağıyla oluşturduğu çatalın sapında oturmuş, kokoreç yerken trafiği seyrediyordum. Her taraftan araç fışkırıyor, madde etkisi altında ya da birden gözünü kaybetmiş izlenimi veren sürücülerin altındaki SUV’lar, üst sınıf, arada da orta karar arabalar ve motosikletler lastik gıcırdatarak birbirlerinin önüne atılıyor, son anda teğet geçip bir sonrakilerin yolunu kesiyordu. Tam da acılı kokorece fon olacak bir seyir! O saatte tek müşterisiydim, havlusu boynunda, kendini plastik sandalyelerden birine atan ustaya seslendim.

“Her an biri kontrolü kaybedip buraya dalabilir ha?”

Tevekkeli değil, girişte aslan heykellerine denk fiziksel-sembolik bir koruyuculukla karşılıklı iki koca varil dikiliydi.

Bir dokun, bin ah işit.

“Sorma abla, bunlar hiç durmaz, basar, hayvan ezer, aldırmaz -kendi araçlarını canları gibi korurlar, o ayrı. Sen bir de yükü tuttuklarında gör bunları. Valla ruhsatım var, illallah dedim, içki satmıyorum. Ellerinde şişesi bilmem kaç lira içkiler, şuraya gelip çeyrek kokoreci dörde böldürürler. Sağda solda eğlenmek için saçtıkları paralar meydanda, otoparka para vermemek için araçlarını dağ başlarına bırakırlar. Rezilliğin bini bir para. Hele kadınlarını göreceksin bunların!”

Varillere rağmen oyalanmadan kalktım, neme lazım.

Topu geçen bayram 50 lirayken şimdi kim bilir nerelerde dondurmacının önünden sahile indim. Lokanta-beach’ler her telden çaldıklarının sesini diplemişlerdi. Kalabalığın arasından geçtim. Ağır basan standart özgünlük numunelerinin -yaşı, saç miktarı fark etmeden atkuyruklu erkekler, yapılı oralı buralı kadınlar, hepsi dövmeli. Giyim biçimleri ama hepsinden önce cinsiyet farkı bir yana, aynı duruş, bakışlarıyla ülkenin neresinde rastlasan Bodrum’a bir tarafından değdiklerini tahmin edip yanılmayacağın bir tornanın mamulleri.

Yüzlerini tarıyor gözüm. Abartılı bir neşe, somurtkanlık, tepeden bakışın örtemediği bir “Ayna ayna, söyle bana” işkili. Başkasının tartısına derin bir kuşkuyla çıkan bir ayrıcalık sinyali denemeleri.

Şişirilmiş tavırlar, mönüler, tüketim, iddiasını volümünden alan “Pek eğleniyoruz!” ilanı.

Kimden duymuştum?

“Yaşam sevincinden yoksun bir dünyada eğlence sektörü onun fukara bir ikamesidir.”

16 Haziran 2024 Pazar

GÖRÜŞ

sınırlıdır diyor Krishnamurti. Ne kadar olursa olsun. Bu dahil her görüş sınırlıdır. Ben İsviçreliyim diye gururlanmak, İngilizim diye böbürlenmek, bir Türk cihana bedel diye yere göğe sığamamak. Geçmişle, çevre, kültür, ideoloji, inançlarla koşullanmanın ürünü. Benim, görüşü, içindeki buğu ve damlalarla eğilip bükülen deniz gözlüklü sabahlarım gibi. Neyle ne kadar çarpıldığından habersiz, görüşüne inançla sarılıp haklılığı, doğruluğu ve bunların tekelini kuşandığın an çatışma kaçınılmaz.

Deniz gözlüğünü alnına kaldırıp bakmanın bir yolu var mı?

Gözün bir şeye değer değmez ona bir ad, sıfat, hüküm yapıştırmadan, kıyaslamadan, analiz etmeden “almanın?”

15 Haziran 2024 Cumartesi

DENİZ GÖZLÜĞÜ

Yavaşça alıştım.

Sabah güneşi omuz başımda, bir saati aşkın yüzmek, sıcak yorgunu gözlerimi fazladan hırpalıyordu. Işık ve tuz ile aralarına bir perde indirmek rahatlattı. Yoksa tabii çıplak gözden çok uzak bu görüş prezervatifli seks gibi bir şey. Ama ne yapalım.

Nasıl takarsam takayım, kenarından köşesinden su almasıyla uğraşırken birkaç sefer sonra camlarını sıvadığım tükürüğümü bile ayarlayabilecek kadar bir beceri kazandım. Kazanmasına ama gözlerimin önünde hala buğu ve damla beneklerinden görüntü kırıcılar oluyor. Alışmakla kalmadığım da bu. Algılarda olağanın biraz dışına çıkma vesilesi sunan her fırsat gibi onun da boynuna atlayıp kanatlarına tutundum.

Deniz gözlüklü görüş, yanlış anlamalar, hiç anlamamalar, anlamanın gelip giden sınırlarıyla oynaşan bir yavaş (hem hız hem kavrayış bakımından yavaş) görüş. Çiftleşen tekne direkleri, mürekkebine su damlamış resimler gibi iç içe geçip biçimsizleşen evler, şu botun üzerindeki beyazlı adam ne yapıyor orada dakikalardır diye meraka kapılıp yaklaşınca onun adam değil, usturmaça olduğunu keşfetmek. Kesintisiz bir kestirme (tahmin ve kısa yol tutturma olarak her iki anlamında) pratiği. Güzelim sabah ışığı ile onun altında serpilen renklerin yerini alan bu kıtlaşıp fukaralaşan bakış beni başka haller arasında gezdiriyor. Belki katarakt ya da başka bir görme bozukluğu. Belki beynin yönetici işlevlerini etkileyen dejeneratif bir rahatsızlık. Yahut kötü bir uyuşturucu/uyarıcı tribi.

Bildiğini sürüp gidecek sanma. Değişim gelir der gibi. Yaşlılık, hastalık, apansız bir kaza. Vaktinde-vakitsiz. Ve okuyabileceğin üniversitenin tanıtım turu gibisinden tadımlıklar sunuyor.

Can yakmayan bir simülasyon.

2 Haziran 2024 Pazar

DENİZ

Su nasıl da yumuşatıyor. Akışkanlığını çoğaltırken pıhtılaşmış tortularını önüne katıp sürüyor.

Ruhuna stent takılmış gibi oluyorsun.

Dün bir, bugün iki. Hiç bekletmeden.