Seni seviyorum. Takdir ediyorum. Aramızda iki taraflı akan bir iletişim istiyorum. Dinlemeyi biliyorsun. Ama bir kez anlatmaya başladığında..
Kendi ettiğim telefonun 26 dakikası sonunda kendimi yine
tıkanmış, boğulmuş, kızgın, çok kızgın buldum.
Biliyorum, yapmak etmek ve bunları tek bir ayrıntı
atlamadan tekrar tekrar sayıp dökmek kontrol duygusu ve tatmin veriyor. Beni
kızdıran, bunca yıllık arkadaşız, bir de benim işletim sistemime bakmamış
olman.
Huniden yoğun bir sıvı boşaltırken gözün boynundadır,
değil mi? Çok mu hızlı, çok mu fazla? Boşaltmayı kesip aralar verir,
havalandırırsın ki hazne taşmasın.
Bir plastik huni kadar dikkat etmiyorsun neyi ne kadar,
nasıl alıyorum.
Sonsuz raporlaman senin için canlılığın ta kendisi
olabilir. Benim için oksijensizlik. Boğuntu.
Eski Adana’nın çırçır fabrikalarında pamuk, “haşa”
denilen çuvallara tıka basa basılır, bu işin işçisi babayiğitler olur, her
birine yüz yirmi, yüz otuz kilo tepiştirip sığdırırlarmış. Bu çuvallardan biri
gibiydim telefonun kapaat! düğmesine nihayet basabildiğimde.
Yeraltındaki adliye arşivinde bir kutu tozlu dosya başına
oturtulmuş, bitirmeden demir kapının açılmayacağı söylenmiş gibi.
Üzerime açılan bir damperin yükü altında kalmış gibi.
Bir dans için sahnenin ortasından başlamış, kendimi tek
yönlü tango adımlarıyla sahnenin dibine sıkışmış bulmuşcasına.
Ayrıntılar ve ben. Hala farkında değil misin?
An be an akmak, karşısındakinin hunisini gözetmek. Hala
orada mı, alıyor mu, benimle mi? Asıl ben, onunla mıyım? Yoksa olanca şehvetle
kendi içeriğimle mi hemhalim? Bunu onunkiyle karşılıklı mı akıtıyorum, yoksa
pamuk edip çuval muamelesi yaptığım haznesine mi tıkıştırıyorum?
Durmak bir, soluk almak, soluk verdirmek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder