14 Kasım 2023 Salı

BİR DUYGU EĞİTİMİ

Alain de Botton beni sesiyle kazanmış bir yazar. Sakin, duru, noktaları beklenmedik birleştirmeleriyle yaratıcı, zihin tazeleyici yaklaşımının kendine özgü bir tonu var. Ele aldığı konu ne olursa olsun (seyahat sanatı, bir teselli kaynağı olarak felsefe, statü endişesi, Proust, mimari..), insana hiç düşünmediği bakış açıları getirerek bildiklerini bile tazeleyici bir yol arkadaşı; çok daha okumuş, geniş ufuklu olabilir, sana kendini eşiti gibi hissettiriyor.

The School of Life: An Emotional Education gibi bir başlığı başka bir yazarda merak etmezdim. Ama bakalım de Botton neler bulup çıkarmış, neleri yan yana, karşı karşıya getirip bildik malzemeyle yeni hamurlar karmış diye başladım. Hayal kırıklığına da uğramadım.

Birbirimizle, rollerimiz, işleyişimiz, hayatla ilişkilerimizde nereye bakacağımızdan çok nasıl bakabileceğimizin ilhamını veriyor.

Tabii her şeyden önce, aslında nasıl olduğumuza, kendimizi birer yetişkin sayarken büründüğümüz kostümlerin gerisinde çocukluğun şu ya da bu anına takılı kalışımıza dikkati çekiyor.

Aşamadığımız tüm o biçimlenmeye.

Çocukluğun temeli öylesine kırılgandır ki, diyor, içimizin derinliklerinde karmaşaya kapılmak için başımıza görünür korkunç şeyler gelmiş olmasına gerek yoktur.

“Bunu trajedi sanatından yeterince biliriz. Eski Yunanların trajik hikayelerinde dramı yaratan korkunç hatalar, falsolar değil, ufak tefek, son derece masum yanlışlardır. Görünürde önemsiz başlangıç noktaları feci sonuçlara evrilir. Benzer şekilde duygusal yaşamlarımız da dokusunda trajiktir. Çevremizde herkes elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışmış olabilir, yine de olabileceğimizden çok daha azı olmamıza yol açan kimi can alıcı yaraları besleyen yetişkinler olup çıkabiliriz.”

Buradan, yaklaşımında çok yer tutan eğitim kavramına geçiyor. Günümüzdeki, başka türlüsünü tasavvur edemeyeceğimiz kadar alıştığımız tavrından çok uzak bir eğitim düşüncesi bu. Tepeden aşağı değil. Hamurumuzdan ötürü hepimizde ortak olan yara bere, travma ve takıntılarda eşit olduğumuzdan hareket eden bir tür işbirliği. Sandığımız gibi aklı başında olduğu varsayılan, akılcı olması beklenip olmadığı yerde şiddetle kınanan, yargılanan, dışlanan, örselenmişliğiyle çocukluktan çıkamamış ama görünürde yetişkinlerin insanlık durumunda eşitliğinden yola çıkıyor.

Tepkilerimizde bu hamurumuzu gözetme pratiği yaparak eğitime de kendimizden başlayabiliriz.

Ve tıpkı yaşadıklarını yorumlayamayan, isabetsiz, geri tepici biçimlerde tepki gösteren çocuklar karşısında yaptığımız gibi, hakim çekiçlerimizi kürsüye vurmadan önce kendimizinkilerden başlayıp karşımızdakinin tepkilerini tercüme etmeye bakabiliriz. Tepkilerimizi koşullamış (Romantizm başta olmak üzere), beklentilerimize damgasını vurmuş düşünce akımlarının varsayımlarını sorgulayabiliriz. Daha normal bir normal anlayışına doğru gidebiliriz. Gönüllü bir kabul ile, birbirimize ayna tutarak, manipüle etmeyen, kolaylaştırıcı bir karşılıklı eğitimin yolunu açabiliriz.

Sakin, nazik, anlayışlı tonu, böyle bir eğitim kavramını çok arzu edilir bir şey halinde sunuyor. Tabii tam da Alain de Botton’a yaraşır örneklerle:

“17. yüzyılda Felemenkler kasırganın ortasındaki gemi tasvirleriyle bir resim geleneği geliştirdi. Evler ve devlet dairelerine asılan bu tablolar bariz bir biçimde terapötik bir amaca hizmet ediyordu: Varlığı deniz ticaretine son derece bağlı olan bir ülkede yaşayan seyircilerine deniz yolculuğu ve genel olarak hayatta güven duygusu konusunda moral vermek. Ludolf Bakhuysen Şiddetli Fırtınada Savaş Gemileri resmini 1695 civarında yaptı. Sahne had halde kaotik görünüyor: Gemiler nasıl dayanabilmiş? Fakat tam da böyle durumlar için tasarlanmışlar. Gövdeleri, uzun bir geçmişe dayalı tecrübe yardımıyla büyük bir dikkatle kuzey denizlerine direnebilecek şekilde uyarlanmış. Mürettebat gemilerini güvende tutacak manevraların sayısız idmanından geçmiş. Rüzgarın yelken direğini parçalamaması için yelkenleri hızla nasıl indireceklerini biliyorlarmış. Aşağıdaki kargoyu bir sağa, sonra aniden sola geçirmekten, iç bölmelerden su tahliye etmekten anlıyorlarmış. Fırtınanın hummalı, ısrarlı hareketleri karşısında bilimsel bir soğukkanlılık içinde kalabiliyorlarmış. Tablo, on yıllar almış bir planlama ve deneyime bir saygı gösterisi. İnsan geminin yaşlı gemicilerini, dehşet içindeki acemi çaylaklara gülerek daha geçen sene, Jutland açıklarında daha bile büyük bir fırtına olduğunu söyleyişini -ve küpeşteden aşağı kusan delikanlının sırtına babacan bir tavırla vuruşunu- hayal edebiliyor. Bakhuysen, insanlığın görünürde korkunç zorluklar karşısında sergilediği kuvvet ve esneklikle gurur duymamızı istemiş. Tablosu, her birimizin sandığımızdan çok daha iyi bir şekilde baş edebileceğimizin, muazzam bir tehdit olarak görünenin gayet üstesinden gelinebilir olabileceğinin iması. Çocuğu yetiştirenler işte tüm bunları normalde gemiler ve Felemenk resmine değinmeksizin, sadece yola devam etme biçimleriyle öğretir.”



*

Çevirip paylaşmak istediğim iki bölüm daha var. Sıkılganlık ve kaygı üzerine.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder