11 Kasım 2020 Çarşamba

BİR GARİP YAS VAKTİ

Düğüne derneğe, cenazeye gitmez olmuşlar köyde. Savaş istisna imiş. Mezarlıkta, evin bahçesinde epey bir kalabalık toplanmış. Ama gurur duydum dedi İstanbul’dan gelen kuzin. “Maske, mesafe konusunda herkes son derece dikkatliydi.”

Geleneği pandemiye uyarlayıp 7’si yemeğini de paketler halinde dağıtmışlar. Ben iki hafta sonra gittim. Ufalmış bir grup bahçede maskeli, mesafeli oturuyordu. Akşam, öksüz kalan traktörlerin büyük garajına çekildik. Cemevinden gelen masalar birleştirildi, kağıt-plastik tabak, kase, çatal kaşıklar dizildi. Yemek yapma sırası yakın aileye anca geldi dedi Tülin. Günlerce tepsi-tencere yemek taşınmış. Artanı yoksullara dağıtmışlar. Sıvasız briket duvarlar, yüksek tavan ışığı yutuyor, garajı mağaralaştırıyor, içim daha bir loşlaşıyordu. Gözüm gidip gidip emektar pikap Abbas’a takıldıkça tizleşen sızı, birbirine karışan konuşmalarıyla yekpare bir kucak gibi gelen yakınlarımla dağılıyordu. Bir köşede dipsiz demlik kaynıyor, tavuklar girip çıkıyor, yeni gelene tabağı uzatılıyor, akşam akıp gidiyordu.

“Biz bir arada olunca daha sakin oluyoruz” demişti Tülin. “Çünkü birbirimizden utanıyoruz ağlarken. Eşi mi, çocukları mı daha yakın babaya, onlar kadar mı acıyor bir yanımız diyoruz. Kısacası Sedacım, bir garip alemde var olmaya, sindirmeye çalışıyoruz.”

Yasemin, çocuklar, birbirlerini esirgeyip dik duruyor. Etraf da öyle. Saygılı, yakın. Şokun, acının buzu, alevi yatışmış. Yas için için yanmaktaydı gittiğimde.

Savaş dışa ne kadar açık bir içe dönük imiş, ölümü iyice ortaya koymuş. Gözlerinin şöyle bir aşina olduğu nice insan gelip çok iyiliğini gördüklerini söyleyerek çocuklara başsağlığı dilemiş, yardım önermiş.

Sessiz ve yakındı. Varlığını hissettirmeden ilgili. Gönlü gani. Barışçıl, barışık bir Savaş.

*



Mezar ziyaretlerine babamla başladım ben. Acısı tatlısı, eğrisi doğrusu, defter ölümle kapanmış, geriye bağın, devamlılığın saflığı kalmış, başucuna varmak durulaştırıyor. (Kuzin, bir Azeri geleneği söyledi. Köşesiz bir taş bırakır, geldiklerinde mezar taşını bununla tıklatarak ‘buradayız’ derlermiş. Çok hoşuma gitti ama babamın kulağının öbür dünyada açıldığından emin olamayıp ben yapmadım.)



İsli Hüseyin mezarlığına ikinci kez akşamüzeri, yalnız başıma gittim. Alacakaranlık ile altın saat arası. Kelimeleri suyun başını tutmuş sazlıklar gibi iki yana itip düşüncenin ötesine geçtim. Beride bir su birikintisinde çırpına çırpına yıkanan bir kuşla birlikte derinleşen sessizlikte durdum, hissettim.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder