6 Şubat 2020 Perşembe

AKÇAAĞACIN NEFESİ


İlk ahşap flütüm nefesimi daha ona üflemeden, heyecanla açtı.

Açık buğday teniyle ilk gözüme dokundu.

Kutusundan çıkardım. Ele gelişi ne farklı. Ortam sıcaklığını soğuk neon gibi yansıtan plastikten ne kadar daha canlı.

Ahşap saz canlıdır derler. Bir üflemelide ise doğrudan nefesin uzantısı. Ona bir hançere, ikinci bir boğaz. Başlı başına ve çalanın organizmasının bir devamı olarak organik!

Eklemlerinin mantar kaplamasını yağladım, parçaları birleştirdim. Dudaklarıma dokunuşu gözüm ile ellerime dokunuşunun devamı oldu. Olgun, hazır.

Sesine gelince, hayal ettiğimden çok daha kararlı, sıcak. İşbirliğine yatkın.

Kaptırıp ilkten epey terlettim onu. Oysa yavaş gitmek gerekirmiş. İlk hafta günde 20 dakika. Teninde ısıtmadan da çalmamak.

Şimdi onu bağrıma basıp plastikle başlıyorum. Alıştırmaları, ısıtılmadığında en fazla nemle tık nefes olan, hızlı bir üfürüşle de açılan emektar Yamaha ile yapıyorum. Plastik ama o da güzel ses verir, fazladan bakım da istemez. İşi bittiğinde musluğun altına tutup köşesine bırakıyor, sıcağımı almış akçaağacı bağrımdan çıkarıyorum.

Sesini ondan duymak istediğim parçaların notalarını açıyor, koyuluyorum üflemeye. Kulağım onda, nasıl bir nefes istediğini öğrenmeye bakıyorum. Başta daha kumlu çıkan tizler berraklaşıp derinleşecek mi acaba? Ben canlılığına hakkını ne kadar verebileceğim, akçaağaç ne kadarını alacak?

Nefesim açtığı yolda nerelere kadar gidecek?

Yeni bir coğrafyayı şevkle keşif yolu bu.

Birbirimize ısındıkça nasıl bir ikili olacağız?

Süresi dolduğunda parçalarını ayırıyor. Özenle kurutuyor, ertesi güne kadar gözümün önüne seriyorum.



Gidip gelirken bir bakış atmak içimi ısıtıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder