25 Ocak 2019 Cuma

ESKİ YAZILARIN İSLİ SAYFALARI ARASINDA

Güneydeki ev tamamlanmak üzere; içini gezdiriyor babam. Geniş salonda bir işçi, elinde mala, tavanı sıvalıyor. Bir odadan çıkıp ötekine giriyoruz. Ne güzel bir armağan bu böyle! Kimi ayrıntıda babamın beğenisini paylaşmıyorum. Bir duvarın rengi, tavanlardan birindeki alçı süsleme.. Ama öyle büyük bir ev ki, öyle rahat.

Dışarı çıkıyorum. Üç tarafta deniz. Kabarık. Çırpıntılı. Beride buğday tarlası. Rüzgar, biçilmemiş başakları dalgalandırıyor. Güneşin ışığı turuncu.

Biraz yürüyorum. Bitişik evlerin bahçeleri kalabalık. Kırmızı tırnaklı bir kadınlar topluluğu kağıt oynuyor. Yüzme havuzundan çıkmış gençler. Boyunlarında havlu, ıslak ayaklarla çimlerin üzerinde dolanıyor. Mangalın başındaki adamı çevreleyen erkekler. Ellerinde rakı kadehleri. Yüzümde hoşnut bir gülümseme, selamlıyorum insanları. Fark etmiyorlar.

Evleri geçiyorum. Şimdi etraf bomboş. Tozlu bir yol, asfalt değil. Yaprakları tozdan beyazlaşmış ağaçlar.

Yitiriyorum yönümü.



Birden görkemli bir yapı çıkıyor karşıma. İçeri giriyorum. Kimse yok. Pencereleri ağır perdelerle örtülü bir kabul salonundayım. Değerli halılar. Ceviz ağacı dolaplar. Klasik möble. Her şeye koyu vişne çürüğü rengi egemen ve yarı karanlık. Mat kristaller. Neden sonra elinde tepsiyle bir adam, camlı kapıdan giriyor. Yolu kaybettiğimi söylüyorum. Konuşmuyor. Aynı kapıdan üç dört kişi daha beliriyor. Öndeki kadın, ellerini basma entarisine kuruluyor. Yolu kaybettiğimi onlara da söylüyorum. Yorulmuşundur, diyor kadın. Yuvarlak masanın başındaki iskemleyi gösteriyor. Hep birlikte oturuyoruz. Artık dönmem gerek ama.. Çay ikram ediyorlar ve simit. Kaynayan semaver arkamızda.

Sessizlik. Bölmek istiyorum. Sizinle, diyorum, komşuyuz.. Buraları anayola uzak: yiyecek gereksinimini rahat karşılayabiliyor musunuz? Duymazlıktan gelinecek bir şey söylemişim gibi ağırlaşıyor sessizlik. İnce belli bardaklar sakin aralarla masaya konup kalkmaya devam ediyor. Çocuk simidini iki parçaya bölüyor. Çekingen, gülümsüyorum: Yani, yakıt almak istediğinizde.. uğruyor mu tanker?!!

Son hecede, işte o an, gözüm masaya bitişik pencereye takılıyor. Tek parça camı geniş, perdesiz. Dışarısı-
Dışarısı su. Deniz. İçerde, dibindeyiz. Ya da ortalarında.. bilmiyorum.. dip görünmüyor.
Görüşüm pencereyi çizgi çizgi yükselerek bir anda kavrıyor. Güneş ışınları
          güneş ışınları suyun rengini yukarıya doğru açmış.
          Bir teknenin dibi. Net bir karaltı. Çelik ciğerli bir dalgıç. Henüz çok uzakta, küçük bir nokta. Suyun çok koyu yeşil-lacivert olduğu yere doğru devinen paletler.

tanker?!!!

Ama buna gerek yok ki, diyor kadın. Ekliyorlar hep birlikte:


ÖLDÜN sen.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder