24 Eylül 2016 Cumartesi

ŞEHİRDE

Sıcaklığın bir hafta içinde 30 derecenin üstlerinden 20’lerin altına pike ettiği Eylül sonlarında dağın eteğinden kalkıp geldiğim İstanbul. Uçlar arasında gidip gelenin sıcaklıktan ibaret olmadığı bir perde arası.

İstanbul, kıvrak bir parçanın atak ritimleri arasında hızla açılıp kapanan bir akordeon körüğü gibi çalıştırıyor algılarımı, izlenimlerimi, bunlara tepkimi. Hoşlanıyorum, vuruluyorum, irkiliyorum, kaçmak istiyor, sonra yeniden başa dönüyorum.

Göz göz bir şehir bu! İnsan, görüntüsünün sayısız göze düşüşünü hayal etmeden yapamıyor. Kalkansız dolaşılmayan, bu kalkanın da imgen olduğu bir yer şehir –sadece İstanbul değil.

Kalkanın ve geçiş/kabul belgen imgen.

Sınırda kontrol edilen biyometrik fotografın, parmak izin kadar da kesin.

Güneşte rengi iyice atmış, biçimsizce uzamış saçlarından edindiğin göbeğe, kılık kıyafetinden aldırdıkların ve aldırmadıklarına, ifade biçimine, şehirlinin ustalaştığı hızlı taramalardan geçirilip kiminden geçtiğin kiminde çaktığın standart kalite kontrolleriyle üzerindeki gerçek-hayali gözler gözler.

Burada göz altındayım.

Doğadaysa gören ve görülen bir.


Orada göz benim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder