30 Haziran 2015 Salı

KÖPRÜDE

Güneşli-rüzgarlı diri havanın, insanlar ve renklerinin döne döne tadını çıkarmış eve gidiyordum. Çelik köprünün kemerleri ötesinde karşı kıyıdaki siloya vuran gölgeler dikkatimi çekti. Yaklaşmak için köprüye çıkmıştım ki trenin düdüğü yükseldi. (“Düdük,” çıkan sesle hiç ilgisiz kalıyor.) Kesintisiz, yüksek, tonlar çeken bir ses. Tren köprüye girdiğinde yaya geçidinin ortalarındaydım, dikkatim hala silodaki gölgelerde. Birden her şeyin ağırlığı değişti. Zamanın. Çekimin. Hayatın. Muazzam bir yük çeliğe bindi. Köprünün olanca gerilimini tabanlarımda duydum. Bildiğim hiçbir şeye benzemeyen titreşimini. (“Titreşim” de “düdük” gibi; fazla ince, cılız.) Union Pacific ağır, çok ağır geçerken köprünün o yanı karardı, makine yağı, ılınmış kirli metal kokuları tozuyan raylardan yükseldi. 




Ve sesler! Tanrım, o sesler.. Çeliği ezen çelik, uğultu, çın-çın’lar. Tarihöncesi mahluklarının, mamutların yeri sarsan iniltisi, gıcırtılar. Bütün bunların etrafımı kuşatan o demir-çelik-beton cengeliyle ilintilenen örgüsünün dibinde büyülendim kaldım.

https://www.youtube.com/watch?v=OXgjaecbxmU&feature=em-upload_owner

https://www.youtube.com/watch?v=O6fk1gqYO5Y&feature=em-upload_owner

Uzun zamandır içine düştüğüm en esaslı konserdi!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder