25 Eylül 2014 Perşembe

KINALI

Şöyle bir hesapla 20 yaşında.


Bir ameliyatı izleyen narkoz sersemliği sırasında öldü sanılıp atıldığı çöp bidonundan çıkarılalı 6-7 yıl olmuştur. Hayatın ikinci kez bahşedildiği bu dönemde ileri yaşın külfetini insan yerine bir kedi bedeninde sergiliyor.

Bir zamanlar adamakıllı gösterişli olan kürkü, havı orası burasından dökülmüş, rengi atmış sefil bir posta dönmüş, adımlarını hesaplayarak bahçeyi geçip verandaya geliyor. Teki zamanında bir kavgaya kurban gidip güdük kalan kulakları bir kedi için çok ağır işitiyor. Miyavladığı, hafif bir gıcırtı halinde çıkan sesinden ziyade öylece açıp oynattığı ağzından anlaşılıyor. Verdiklerimizi şöyle bir koklayıp su kabına yöneliyor.

Sonra, her hareketini ölçe biçe, en az ıstıraplı olacak konumda hemen önümüze, taşlara uzanıyor. Bütün istediğim biraz insan varlığı der gibi.

Yatışını, patilerinden birinin duruşunu değiştirmesi hep ağır ağır.



Türünün ortalamasını misliyle aşmış ömründe kediyle özdeşleşen çeviklikten insani bir düşkünlüğe geçeli çok oluyor.

Gözüm onu kıvrıldığı yerden iki adım ötede oturan 93 yaşındaki babamla birlikte çerçeveliyor. Bu resimde kedi ile insan bedeni arasındaki fark silinirken bedenlerin hareketliliğine çöken ağırlık öne çıkıyor. O ağır, seyri bile bezdirici çaba. Doğumdan ölüme canlılığın görünüşteki farkların ötesinde bir olan seyri. Puslanan hayatiyetin çentik çentik düşüşü.

Bir yandan yaşam, parlayıvereceği, kısa da olsa fışkıracağı aralık arıyor.

Geçen yıla kadar Kınalı, uyuklamasının ortasında bir anda silkiniyor, kolay görünen bir av peşinden şimşek gibi bir hamlede incir ağacına tırmanıyordu.

Bazen denizden gözleri ışıldayarak gelen babam gibi: “Bugün iki saate yakın kaldım!”

Sakin yaz sonu ikindileri ikisini aynı verandada görmek, kendimi kaptırmaktan çekindiğim tatlı-buruk bir tat veriyor. 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder