Önce bulutlar geldi. Eylül’ün tam 1’inde. Masum cumuli
nimbus. Güneş, adacığın üzerinde, kenarlarından altın fistolar geçirerek onların
arasından doğdu. Rüzgar kuzeyden, dağdan esmeye başladı. Nem bir anda düştü.
Işık başkalaştı. Göğün mavisi koyulup derinleşirken akrilik boya kadar eşit
dağılır oldu. Kontrastlar keskinleşti. Sıcaklık huy değiştirdi. Yine yüksek de
olsa artık iliklere işleyip kavurmayan güz sıcağına dönüştü. Daha belirgini,
yaz’ın zamanı sürgit askıya aldığı duygusu yerini geçiş ve sonluluk hissine bıraktı.
Bitki örtüsünün alacalanması yakındır. Çıtır, derin ışığı, artık sadece
(geçkince bir kızın ayağı yere eren hayalleri gibi) tatlı sıcağı, fotograf ya
da resimlere şölen renkleriyle sonbahar yeryüzüne, tenim ve gözlerimden de
içime usul usul yayılıyor.
Yaz, varlığımı, fikir değiştiren bir çömlekçinin çarkı
hızla döndürürken vazodan saksıya çevirmeden önce bozup erittiği ıslak bir
topak kil gibi, alıştığı biçimden çıkarıyor. Ne kontur bırakıyor ne başka bir
tanım. Eritip ayrı bildiğim bütün her şeye karıştırıyor. Elementlere,
nesnelere, kalabalığa.
Kaybettiğin kendin yerine dağılıp karıştığın bütünü
bulmak, fiziksel olarak zahmetli olsa da sarhoş edici.
Çocuksu bir şehvet.
Çocuksu da bir zamandan azat edilmişlik duygusu. Bu halin
sonsuza dek süreceği yanılsaması.
Aklı başına, algıları gerisin geri birinci tekil şahsa
getiren, değişimi askıdan indirip akışını kaldığı yerden sürdüren, güz.
Cini çıktığı lambaya geri iten.
Çocuksuluğu hızlı bir ergenlikle değiştiren.
Zamanı yeniden hissettirmeye başlayan.
Güzel mevsim, hiç sözüm yok.
Ama cenetten kovulma hissiyle beni eşekten düşmüşe
çeviriyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder