7 Aralık 2010 Salı

Diyelim evinize birilerini çağırıyorsunuz. Söz konusu olan düğün ya da cenaze değilse konuklarınız belirli bir başlık altında toplananlar olur, değil mi? Konu, komşu, aile, yakın dostlar, kumar, iş vb. arkadaşları.

İlişkilerinizin her bir sektörünün canlandırdığı bir kimliğiniz vardır. En kolayı da bunları birbirleriyle uyumlandırmaya çalışmadan ayrı ayrı yaşamaktır. Patronunuz ve canciğer arkadaşınızla birlikte içmek istemezsiniz çayınızı; bu bileşim sizi ne deve ne kuş bir iki aradalığa zorlar çünkü.

Bilgisayarda belgelerinizi nasıl tek bir dosya altına kaydetmiyorsanız ilişkilerinize de kendiliğinden öyle ayrı alanlar açarsınız.

Facebook’un getirdiği bir “yenilik” de, etrafınızda, etrafınızın etrafında, geçmişinizde olan (ve bu araç sayesinde daha da oldurduğunuz) kim varsa aynı salona buyur etmeniz (ya da kendinizi buyur ettirmeniz).

Yarım yüzyıl geride kalmış çocukluklarda nasıl misket, gazoz kapağı, artist-sporcu resmi biriktiriliyor idiyse koleksiyonun bugün insan suretleriyle sürdürülmesi.

Ve bu sosyalleşmenin getirdiği dil, jargon: Öyle bir ortalama tutturacaksınız ki (derdiniz kartvizit toplar gibi insan biriktirmek değilse) alt kişilikleriniz bir çatı altında uyum içinde yaşasın. Sulu siz ile bir konuyu ölümüne ciddiye alan, suya sabuna dokunmayan gündelik hasbıhalden haz alanla, hayır, ele aldığının dibine kadar giden, “entel!” yaftasından cüzamdan kaçar gibi kaçanla bu yaftayı hak eden, alabildiğine mesafeli olanla alabildiğine yakın olan… yanlarınız uyum içinde, bunlara karşılık gelen çevrelerinizle aynı anda varolabilsin.

İlginç bir sosyo psikolojik olgu ve beraberinde getirdiği yanıt bekleyen bir soru olabilir ama ara duvarların kalktığı, sanal-gerçek, hayatıma girmiş ne kadar farklı yönde kişi varsa hepsinin tek bir bohçaya döküldüğü bu sosyal ağa takılmış istavrit gibi hissetmeye başladım ben kendimi!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder