14 Haziran 2010 Pazartesi

BELEDİYE OTOBÜSÜNDE CLAPTON



Zor bir yazı.

Yansıdığı aynayla birlikte tuzla buz olmuş gibi hiçbir şeye ilişemeyen bir yaşantı nasıl anlatılır ki?

Dağılanı bir araya getirebilen bir odak olmaksızın.

Kızgınlık, düş kırıklığı bile iş görürdü. Neden “bile” ki hem? Bu ikisi, en az beğeni, hayranlık kadar iyi hamur tutar.

Onlar da yok.

Ne hissedeceğimi bilemediğim opak bir sürüklenip gitmişlik var sadece.

Biletini seve isteye aldığın bir konsere neden gidersin? Seçtiğini dinlemek için. Canlı canlı. Görerek. Aynı havayı soluyarak.

Bu akşam bunlardan sadece sonuncusu baştan sona oldu diyeceğim, onu da diyemiyorum. Benim soluduğum hava, uzun bir zaman yanına sıkışıp kaldığım kızarmış patates tezgahından üzerimize çöken ticari kızartma yağı ve bira kokulu olandı. Eric Clapton ile Steve Winwood bu kesifliğe benim kadar maruz kalsalar, müzikleri daha da silikleşirdi allah bilir.

Tatlı bir yaz gecesi. Sıcak yatışmış. Konserden yarım saat önce Kuruçeşme Arena önünde uzayıp giden kalın kuyruk. Ona kıyıya yanaşan motorlardan dalga dalga katılanlar. Binler binlerce insan, renkli, keyifli. Sonunda içerdeyiz. Sahne yanına yakın ama yine de öyle bir kalabalığın arkasında ki başlayıveren ustaları düşük çözünürlüklü dev ekranlardan görebiliyoruz sadece. Kısmen.

İstiap haddinin çok üzerinde doldurulmuş alanda kalabalık, bir türlü sindirilemeyen mide muhtevası gibi kımıl kımıl. Durulmaya, yatışmaya, müziğe gömülmeye çalışıyor. Nafile. Yer yok. Fiziksel yer olmayınca müziğe açılmış zihinsel alan da parçadan parçaya daralıyor. Clapton ile Winwood da kolaylaştırmıyorlar işi. İçe dönmüş müziklerinden öte dinleyiciyle bağ kurdukları yok.

Ustalıktan tutkuyu çekip alın, ateşi, oradalık halini, geriye otomatikleşmiş, konservelenmiş bir beceri kalıyor. Duygudan kopmuş anı.

Sundukları bu. Olağan koşullarda oturup (ayakta durmaya da razıyım ama böyle Siklon B duşunu bekleyenler gibi değil tabii) bunun da tadını çıkarabilirsiniz. Koşullar olağandan bu kadar saptığında ise kalabalığı müzikte tutmak ters yönde olağanüstü bir enerji gerektiriyor.

Kopuyor millet, gruplar halinde oradan oraya sürüne sürüklene durmadan yer değiştiriyor. Konserdeymiş gibi davranma çabalarının sonu çabuk geliyor.

Deniz kenarındaki şeride kayıyoruz. Burada hiç değilse biraz daha kıpırdama özgürlüğü var. Bira tezgahları, kahve masaları, basamaklar canlanıyor. Sohbetler. Kahkahalar, bağıra çağıra telefon konuşmaları.

Bira alıp patır patır başlayan havai fişek gösterisini seyretmeye koyuluyoruz. Denizin renkten renge girişini. Uzaklardaki sahnede kendi halinde çalıp söyleyen ikili, bunca gürültüye bir yerinden katılıyor. Demokratik bir gürültü. Winwood, Clapton, içki satıcıları, sosyete gülleri, neye uğradığını şaşırmış gençler neredeyse eşit temsil ediliyor.

Layla, geçen yüzyılın bir yerlerinden kalma sepya fotograf silik solukluğunda başlayıp bittiğinde yüzümde yine de bir gülümseme, çıkıyorum.

Bu kadar!

4 yorum:

  1. "Winwood, Clapton, içki satıcıları, sosyete gülleri, neye uğradığını şaşırmış gençler neredeyse eşit temsil ediliyor" : ) ... dinlemeyi bilemem ama bu cumleyi okuyunca gormeye degermis gibi geldi.

    YanıtlaSil
  2. Ilk yorumu yapan arkadasin yazindan bir cumleni almis yorumlamis, ben de simdi baska bir cumleni aliyor ve aksi bir yorum yapiyorum! :) "Clapton ile Winwood da kolaylaştırmıyorlar işi. İçe dönmüş müziklerinden öte dinleyiciyle bağ kurdukları yok." ve "...geriye otomatikleşmiş, konservelenmiş bir beceri kalıyor. Duygudan kopmuş anı."... hislerime tercuman olup o kadar guzel ifade etmissin ki... Cok yakinda Bob Dylan konserine dunya para verip, cok zor bilet bulup, gidip hemen ayni manzari yasamis, buyuk bir hayal kirikligiyla konserden ayrilmistim. Orada icki saticilarinin, sosyete gullerinin, kahve masalari ve telefonla konusanlarin bence hic gunahi yok. Is SANATCIDA bitiyor! Konserden sonra kendi kendime soyle dusunmustum: Bu kadar eski ve buyuk sanatcilarin artik bu kadar PROFESYONELCE, TUCCAR ve aslinda hissettikleri gibi METAZORI konser vermemeleri gerekiyor.
    Bu tur konserlere giderken maddi kulfetinden dolayi secici oluyordum, simdi tercihlerim inan ki daha kolay olacak! :))))

    YanıtlaSil
  3. Uzunca bir süre savaştım,itip kakıp geçmeye çabalayan, önümde bağıra çağıra telefonla konuşan, yada yüzünü sahneye ters dönmüş sohbet eden, uyardığımda da şaşıran kalabalıkla,..sonunda vazgeçip bu kakışmada iki sıra arkaya düşmüş kocamın koluna girip birlikten güç doğara geçtiğimde, zaten köfte kokularına rağman, keyfini çıracaklara kalmıştı ortalık.
    "Ney'e benzer bir sesi var" dedi Memo Winwood için..ben çook keyif aldım çoook....

    Zeyno

    YanıtlaSil
  4. AksiSeda nın yazısı cuk oturmuş aslında HoşSeda yazısı..
    Bu konser (ortam, parcaların secimi, seyirci vs )umdugum gibi olmadı, aslında clapton & winwood birlikte nasıl daha degisik olurdu onu da bilemiyorum. Ozellikle Winwood u merak ediyordum benim icin tam bir zaman yolculugu oldu ama eminim cogu seyirci için "zorlama" bir konser oldu, bi ara sahneye donuk dijital kamera, ceptel. ve seyircinin "odagı" deniz tarafındaki havaiifişek gösterisine uzun uzun kaydı.
    bi "maraba estanbul " bile diyemedi tam tuccar terzi davranısı işini yap git. Bu "Erik" e yakışır bir profeyonellik degil.
    Son olarak sahane isikları altında winwood'u atlet ustune oduncu gomlegi ile gordukce bana ter daha da bastı.

    murgur

    YanıtlaSil