Tam da kapanırken bir çeviri aldım. Uğraşı. Zamana da bir çıpa. Yapmak, eylemek geçen zamanı hesabı verilebilir kılıyor. “O 17 günde şu sayfaya geldim.”
Çevrilecek her bir kitap
mesafeli bir tanışmayla başlıyor. Gözümü, kulağımı yazara açıyorum. Nasıl
anlatıyor? Nasıl bir sesi var? Yalın mı, girift mi? Temposu? Dağarcığı?
Bazısında daha ilk
cümlelerden yazarın teni altına yerleşiyorum. Bazısında birkaç sayfa sürüyor ya
da bir bölüm. Ağır ağır ilerliyorum.
Eninde sonunda birbirimize
geçiyoruz. Nefes alır verir gibi işlemeye başlıyorum. Bir dilde oku, diğer
dilde yaz.
İşini bilen bir cerrah
gibi. Artık güvenle tuttuğum neşteri nereye vuracağını, nasıl ilerleyeceğini
kafamdan önce elim biliyor. Rüzgarı kolayına almış bir yelkenci.
Yazar, çevirmeni, gözler, parmaklar..
Hepsi bir dans. Alnımın boncuk boncuk terlediği de var. Arada bir yazarla kavga
ettiğim, söylendiğim. Ama yazarı da konuyu da aşan bu işlerlik hep ağır
basıyor.
Klavyem başka bir klavye
oluyor. Başında, saçları uçuşarak doğaçlayan bir piyanistim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder