Jandarma köy girişini kesmiş, gelenler çok daha uzun bir kuyruk oluşturmuştu. Pazara gidiyordum, beni yana çekti. HES kodu ya da maske sormasını beklerken geçende yine yağan çöl kumu ve kuş pisliklerinden kağıt hamuruna dönen ön camı göstererek “Silin şunu!” dedi. “Böyle de gidilmez ki!”
Oysa kendisini görünmez
kılan kafesi ardından seyrine daldığı sokakta hiçbir şeyi kaçırmayan bir
haremlik kadını gibiydim.
Silemem, dedim, bu halde cam
çizilir, yıkatmaya götürüyordum. Doğruydu.
Bu kez ceza yemedim. Ama
kendisi henüz görünmese de jandarmanın tehdidi, dışarı maskesiz çıktığımı sıkıntıyla
fark ettiğim rüyalarımda liseye dönüş kabusuna yaklaştı, hatta onu geçer oldu.
*
Kah Afrika’dan geleceği
tutan çöl kumu kah sürekli inşaat, tadilat toz toprağı, çoğunluğu birinci sınıf
olan arabaları diğerlerine eşitliyor. Milyonlarca Euroluk gözbebekleriyle yarım
yüzyılı devirmiş görünen tek tük yerli araba ve aradakiler, hep birlikte Dakar
Rallisi kaçkınları gibi fink atıyoruz. Daracık, sonra birden umulmadık yerlerde
genişleyen kargacık burgacık yollar, işaretsiz uyarısız delinip deşile kendi ralli
parkurlarını oluşturuyor. Kaygısızlığımız salgınla birlikte yükselirken plansız
kuralsız inşaatlarımız ve başka meşgalelerle bu parkurlarda günlerimizi gün
ediyoruz.
*
Hislerim, tepkilerim
alacalı bulacalı, yaşar giderken güneş kendini hissettirmeye başladı.
Önce hafifleyen, yavaşça
ısınan, belli belirsiz hoş kokular taşıyan havayla.
Işığın, renk tonlarının
değişimi peşi sıra geldi. Günden güne derinleşiyor, tatlanıyor.
Derken güneş, ön cebinden
ucu seçilen yaz ile bahar güneşi oldu, anaç bir kucak gibi tepemden başlayıp kucaklıyor.
Engin, dipsiz. Ayrım gözetmeden türdeşlerimi, beni, dalıp gittiğimiz türlü
çeşitli hayat rallisini, düzeni, çarpıklığı, sağlığı, çürümüşlüğü. Ölüm ve
yaşamı.
Gözüm, kulağım onda. İliklerime
işlemesine, böyle her şeyin, bütün ikiliklerin, çelişkilerin üzerinde ışımanın
sırrını ruhuma fısıldamasına kapımı açıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder