Sen fotoğrafa bakarken ben seni, sende de kendimi gözleyeyim.
Bir arada olduklarında güzel ile çirkin sende nasıl bir karşılık uyandırıyor?
Önce hangisini görüyorsun?
Çirkini iterken güzeli
ondan ayıklama dürtüsü duyuyor musun? Kurtarmak? Kıyıya, emin bir yere çekmek?
Etrafını çevirip koruma altına almak?
Yoksa neyle nasıl
çevrelendiğine bakmadan güzele mi gidiyor gözün? Onunla doluyor, doyuyor, öne
çekip onu mu yükseltiyor?
Güzele tepkin güzelken
çirkinle çirkinleşiyor mu?
Birini iter, öbürünü
çekerken diğeri okkanın altına mı gidiyor?
Güzel yaşatılmalı, çirkine
yer kalmamalı derken bir şeyleri kaçırıyor olmayasın?
*
Bahar gününün bulutsuz
öğle vakti ışığında şu kaygısızca döşenmiş su boruları ile saatlerinin altından
girip üstünden çıkmış mor çiçekler beni güzel ile çirkin arasında bölünmüş
halimden çarptı!
Çirkine duyduğum tepkinin
şiddetinden. Abartısından.
Körelticiliğinden.
Olanı böyle keskin, katı
bir şekilde ikiye bölmenin daha derinde bir yerden kendi ruhumu incitici
olduğunu fark edeli çirkine tepkimi yaralı bir hayvanın kalbi gibi elime aldım,
bir orasından bir burasından bakıp duruyorum.
*
Çirkinle güzelin bu kadar
kesintisiz bir biçimde iç içe geçtiği bir diyarda en kolayı, alışılmışı birine
sığınıp diğerini hasım bilmek. İlişkiyi kesebilir, kendimi yalıtabilirim. Ama
kesip attığım her şey ve yalıtım, bedelini hayatiyetimi törpüleyerek, beni
sertleştirip daraltarak ödetiyor.
*
Gözümü yumuşatıp bir daha,
bir daha baktığımda çerçevem değişti. Dengelenen görüşümde lanet okumayı
bıraktığım boruların beyaz duvara karşı gölgeleri, renkleri ve çiçeklerle bin
lafa bedel grafik bir anlatı kendiliğinden oluştu.
Güzeli, var olanın bir yarısını
yok bilmeden, sırt çevirmeden, yerden yere çalıp kendimi ayrı tutmadan yeğleyemez,
ona yönelemez miyim?
Güzelin güzelliğini
bilirken gözettiğim, akı karasıyla bütün olamaz mı?
Şu yalapşap borulardan hiç
gocunmadan olanca yalınlığı, güzelliğiyle alabildiğine var olan mor çiçeği
ustam etsem?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder