18 Nisan 2021 Pazar

KURBAĞALAR, KUYULAR

Anthony de Mello’dan (The Way to Love: The Last Meditations of Anthony de Mello)

Dünyanın ancak daha fazla iyi niyet ve hoşgörü ortaya koyabilirsek kurtulacağını düşünüyoruz. Yanlış. Dünyayı kurtaracak olan iyi niyet ve hoşgörü değil, berrak düşünmek.

Sizin haklı, diğer herkesin haksız olduğuna inanmışsanız hoşgörünüz neye yarar?  Bu hoşgörü değil, tepeden bakmadır. Kendinizi başkalarından bir adım öne koyduğunuzdan gönüllerin bir oluşuna değil, ayrılıklara yol açar. Böyle bir tavır olsa olsa size bir üstünlük hissi verirken komşunuzun içerlemesine, böylece daha fazla hoşgörüsüzlüğe meydan verir.

Gerçek hoşgörü, hakikat açısından herkesin dipsiz bir bilmezlik içinde olduğunun keskin farkındalığından doğabilir. Çünkü hakikat özünde gizemdir. Zihin onu sezse de kavrayamaz, nerede kalmış, dile getirebilmek. İnançlarımız ona işaret edebilse de söze dökemez. Buna rağmen insanlar hararetli bir şekilde diyalogdan dem vuruyor. Diyalog dediğiniz, en kötü durumda karşınızdakini görüşünüzün doğruluğuna ikna etme çabanızın örtülü bir biçimidir, en iyi durumda da içinde yaşadığı kuyunun yegane dünya olduğunu sanan bir kurbağaya dönüşmenizin önüne geçecektir.

Çeşitli kuyulardan gelme kurbağalar inanç ve deneyimleri konusunda diyaloga girmek üzere bir araya geldiğinde ne olur? Ufukları kendileri dışındaki kuyuları içine alacak kadar genişler. Ama kavramsal kuyuların duvarları içine hapsolamayacak hakikat okyanusunun varlığından hâlâ işkillenmezler. Ve bizim zavallı kurbağalar senin-benim, senin deneyimlerin, ideolojin, benimkiler diye konuşur durur.

Formüllerin değiş tokuşu bunları paylaşanları varsıllaştırmaz, çünkü formüller kuyuları ayıran duvarlar gibidir; ancak sınırsız okyanus birleştirir. Fakat formüllerle sınırlanamayan bu hakikat deryasına varmak için berrak düşünmek şarttır.

Nedir berrak düşünme, insan ona nasıl ulaşır? Birincisi, öyle büyük bir düşünme biçimi gerektirmez. 10 yaşındaki bir çocuğun kavrayabileceği kadar yalındır. Öğrenmeyi değil, öğrendiklerinizi sırtınızdan indirmeyi, yetenek değil cesaret ister. (…)

İçinize bakın ve kişilere, durumlara tepkilerinizi bir gözden geçirin, tepkilerinizin ardındaki önyargılı düşünceyle irkileceksiniz. Hemen hiçbir zaman o kişinin ya da durumun somut gerçekliğine karşılık vermezsiniz. İlkelere, ideolojilere, inanç sistemlerine, ekonomik, dini, psikolojik inanç sistemlerinedir karşılığınız; olumlu ya da olumsuz, hazır düşüncelere, peşin hükümlere karşılık verirsiniz. Kişi, nesne ve durumları bir bir ele alın ve karşınızdaki gerçekliği programlanmış algılarınız ve yansıtmalarınızdan ayıran önyargınızı bulmaya çalışın. (…)

Berrak düşünmenin tek düşmanı önyargılar ve inançlar değildir. Diğer bir düşman çift arzu ile korkudur. Yoğun duygularla, yani arzu, korku ve öz çıkarlar ile kirlenmemiş bir düşünme biçimi çok korkutucu bir yalınlaşma ister. İnsanlar düşünmenin bir kafa işi olduğunu sanıyor. Oysa düşünce, sonucu belirleyen, ardından kılıfını bulmayı akla buyuran kalpte oluşur. (…) Vardığınız birkaç sonucu gözden geçirin de görün bunların çıkarlarınızla ne kadar katışık olduğunu.

Geçici gözüyle bakılmadıkça varılan her sonuç için geçerlidir bu. Sözgelimi insanlar konusunda ulaştığınız sonuçlara nasıl da dört elle sarıldığınızı düşünün. Bu yargılar duygulardan tamamen özgür mü? Öyle olduğunu düşünüyorsanız muhtemelen yeterince derinlemesine bakmadınız.

Bu, ülkeler ve bireyler arasındaki anlaşmazlıkların ana nedeni. Çıkarlarınız benimkilerle örtüşmez, dolayısıyla düşünceniz ve vardığınız sonuçlar benimkilerle uzlaşmaz. Düşüncesinin en azından arada bir çıkarına aykırı düştüğü kaç kişi biliyorsunuz? Ya siz böyle bir şekilde düşünmeye kaç kez giriştiniz? Kafanızda süregiden düşünme süreciyle yüreğinizi çalkalayan korku ve arzular arasına aşılmaz bir engel koymayı kaç kez başarabildiniz? Böyle bir şeye her girişmede berrak düşünmenin zeka değil -o kolay yanıdır- korku ve arzu ile başarıyla baş eden cesaret olduğunu göreceksiniz; zira bir şeyi arzuladığınız, bir şeyden korku duyduğunuz an yüreğiniz bilinçli ya da bilinçsiz, düşünmenizin önüne geçer.

Hakikati bulmak için doktrinlere değil, koşullanmasından ve düşünmenin işbaşında olduğu her seferinde kendi çıkarından el çeken bir yüreğe ihtiyaç olduğunu idrak etmiş spiritüel devlerin dikkate aldığıdır bu; koruyacağı, tamah edeceği hiçbir şeyi olmayan, böylece aklı sakınmasız, korkusuz ve özgürce hakikat arayışına koyulmaya bırakan bir yüreğe; yeni kanıtları kabule ve görüşlerini değiştirmeye her daim hazır bir yüreğe.

İşte o vakit böyle bir yürek tüm insanlığı aydınlatan bir lambaya dönüşür. Bütün insanlar böyle bir yürekle donanmış olsa kimse kendini komünist, kapitalist, Hıristiyan, Müslüman ya da Budist olarak görmez olurdu. Tam da düşünme berraklığı onlara her türlü düşüncenin, kavramın, inancın cehaletlerinin işareti karanlıkla dolu lambalar olduğunu gösterirdi. Bu idrakle de birbirinden ayrı kuyularının duvarları çöker, bütün insanları hakikatte birleştiren okyanus içlerine dolardı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder