Karşıdakilerin işimiz bitti deyişlerine bu kez güvenip camları temizlemiştim ki yatak odası penceremin önünde bir iskele belirdi.
“Köşe kalmıştı da..” Evet, üç aydır oradaydı,
gözlerden ırak bir duvar parçası, taşlar üst üste konmuş, şöyle bir boya
vurulmuş, öylece duruyordu. Dikkat çekmekten çoktan vazgeçtiğim yalapşap bir iş
daha.
Derken yanımın yanında bir kıyamettir koptu.
Yeni açılmış yan yola nasıl sığdıysa bir kamyon yükünü boşalttı. Koca koca taş
bloklar, çimento çuvalları. Yolun kenarına duvar örülecekmiş.
Geçmiş olsun dedim camlara.
*
Hintli yazarları okumayı seviyorum. Bizden, az
gelişmişlikten çok şey var. Çok daha kalabalık, daha karmaşık, barışık, renkli,
kirli, aydınlık, egzotik bir aynada sıkça çakan tanıdık yansımalar.
Anuradha Roy’un The Folded Earth romanında bir
kez daha ayrı babadan üvey kardeşimle buluşmuş gibi oldum. Himalayalarda bir
dağ kasabasında ne hızlı, ne ağır bir tempoyla akıp gidiyor -galiba en çok da
bu sakin zaman duygusunu sevdim. Askeri bir üssü olan Ranikhet’i usul usul
tanıyoruz, karakterler günden güne açılıyor, gelişiyor. Dağların, mevsimlerinin,
muson yağmurlarının hissi oturuyor. Ufak ama katmanlı bir Hindistan kesiti
önümüze seriliyor.
İngiliz egemenliğinden kalma, harabeye çeyrek
var yapıları ve sonrakilerle çok tanıdık, derme çatma bir yerleşim. Ama dağların
görkemli sahnesinde onun bu güzelim konumuyla kaçınılmaz sefaleti Mr. Chauhan’ı
kamçılıyor. Yeni atanan mülki amir, Ranikhet’i Himalayaların İsviçresi yapma
hevesiyle kolları sıvıyor. Gerisi isimler uyarlanarak herhangi bir Türk
belediyesi olarak okunabilir. Aralarından otlar, çiçekler fışkırmış taş
bordürler kaldırılıyor, yerine beton dökülüyor. “Stratejik noktalara” yarısı
hemen çalınan ferforje banklar yerleştiriliyor, dağ taş Mr Chauhan’ın kafiyeli
aforizmalarının (sakızlardan çıkan manileri andıran kurallar, yasaklar,
sloganlar) boyandığı levhalarla donatılıyor, kaymak gibi olacağına söz verilen
yol malzemeleri yığılıp bırakıldıkları yerde sellere kapılıyor.
Hayır! Ranikhet Ranikhet ve ondan dağların
zirvesi kadar kopuk bir adamın kafasındaki İsviçre kartpostalına elbette boyun
eğmeyecek.
*
Kapının önündeki molozlarla selamlaşıp bakkala
giderken kendime “Ah burası şöyle, böyle olsa” derken Mr. Chauhan’ın İsviçre’sini
hatırlarsın artık dedim.
Burnunun dibinde mafya lağımının patladığı
Yalıkavak marina, patlayan diğer lağımlar, el değiştiren sermaye ile yeni güç
sahipleri ve eskinin devamı, ilişkileri, sonu gelmez bir dikiş tutmazlık.
Güneşin altındaki karanlık.
Mr. Chauhan ile şu sıralar en sevdiğim özdeyişteki
deve, küpe ettiğim kulağımda epey bir zaman kalacak gibi görünüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder