Psikoterapist, zihinsel hapishanelerimizden katılıkta tutsak kalmış danışanına günde birkaç kez “duygusal ateşini” ölçmeyi alışkanlık haline getirmesini salık veriyor:
“Her nerede, ne yapıyorsan
dur ve içini yokla. Sıcak ve yumuşak mısın, soğuk ve katı mı?”
*
Varsayılan ayarlarında
keskin ve köşeli olmaktansa yuvarlak olmak, katılık ve soğukluktansa sıcaklık
ve yumuşaklık.
Bu hallerim birbirinden ne
kadar farklı!
İlkinde bedenim bütün dünyaya
karşı bir zırha dönüşüyor, onu dışarıda tutacağım derken beni içe kapatıp
eziyor.
İkincisine ayrımlar,
zıtlaşmalar, hüsran mesele olmaktan çıkıyor. İçime ışık, hava giriyor,
serbestçe dolanıyor. İç ne dış ne, ayırt etmeden yaşıyorum.
*
Sabah, kapının yanına
eklenen yeni inşaat döküntülerini gördüğümde kendime, “Gevşet ölçütlerini”
diyordum:
Çünkü burası “kendime göre”
bir yer olmaktan koşar adım uzaklaşıyor. Tasavvurun ve olgu birbirinden
koptukça açılan uçuruma yuvarlanıyorsun. Kendini korumak için kasıldıkça
(fiziksel olarak da; katılaştığım zamanlar bakıyorum, karın kaslarım, ensem,
omuzlarım kaskatı) kendin/den olmayanı o kadar şiddetle itiyor, onu delikleri
daraldıkça daralan bir kalburdan geçiriyor, kalburun üzerinde hiçbir şey
kalmadığında kahroluyorsun.
Sonuç?
Koca, zehirli bir hiç.
Madem bu yön çıkmaz,
alışkanlıkla koyulduğunun tersine yönel.
Yoklamaya bedeninden başla.
Kaslarını sık sık gevşet, nefesini derinleştir. Ve evet, duygusal ateşini al.
Katı, soğuk olduğunda bu
hal ile pazarlık masasına oturma. Doğru ya da yanlış, yararlı ya da yararsız;
hal orada. Kendine yumuşak ve sıcak olduğun zamanları hatırlat. Bırak, çok daha yeğlenir olana kendiliğinden yönelsin.
Araba lastikleri gibi. Kış
zemininde savrulup gitmemek için sana gereken yumuşak lastik.
Yolla çekişir, kavga eder
mi lastik?
İşine bakar, yolu tutar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder