Afektlerden bağımsız bir algı insan için mümkün değil: Dünyayı “olduğu gibi” (biz olmasak olacağı gibi) görmek. İçimizde ve kendi aramızda olup bitenle belirlenenden öte bir dünya yok bize.
Ama doğamızı gözeterek
sınırlarımızla daha bilinçli, sağlıklı ilişkiler kurmanın, ufkumuzu ve
dağarımızı genişletmenin yolu her zaman açık.
Bunun için beden sağlığına
yönelik önerileri sağduyunun da yap dedikleri. “Beden bütçesinin,” dolayısıyla
afektlerin dengede olması için dikkat edilecekler:
Yeterli ve nitelikli uyku.
Sağlıklı beslenme.
Hareket. (Hareket üzerinde
özellikle duruyor kitap. Sade bir yürüyüş algılarımıza bol girdi sunarak beynin
öngörü repertuarını zenginleştiriyor, tek bir his ya da düşünce/duyguda
sabitlenmenin önünü alıyor.)
Beklenmedik bir öneri de başka
dillerden duygu nüanslarına ilişkin kelimeleri, ana dilimizde/kültürümüzde
karşılığı olmayan duyguları öğrenmek. Yeni kelimeler, kavramlar öğrenmenin bize
nörolojik olarak iyi geleceğini kim der diyor: Ama öyledir. Bir afekt/duygu
halini ne kadar nüanslı yaşarsak dağarcığımız da ona göre genişler ve kabaca
bir kategori adının (sevgi, korku, öfke, nefret vb) olumlu ya da olumsuz
çağrışımlarından olabildiğince özgür yaşayabiliriz. Dar bir tanıma sıkışıp
kalmaktan çıkabiliriz.
(Peygamberin bir lisan bir
insan sözü sinirbilimsel bir yankı buluyor. Her dil insana kendi yelpazesini
katıyor. Tek bir dilde belli bir duygu kataloğu ile yaşayıp gidecekken
duyumsanabileceklerin bundan ibaret olmadığını ortaya koyuyor. Kitapta sadece o
dile özgü bileşimlere ilginç örnekler var:
“Forelsket:” Norveçlilerin
aşık olmanın yoğun sevincine karşılık gelen bir kavramı.
Danimarkalılar dostluğun verdiği
belirli bir hissi “Hygge” kavramıyla karşılıyor.
Rusçadaki “Tocka,” ruhsal
ıstırabı ifade ediyor.
Portekizcedeki “Saudade,”
güçlü bir manevi özlemi.
Yazarın İngilizcede bir
karşılık bulamadığı diğer bir duygu kavramı İspanyolcadaki “pena ajena,” başka birinin
uğradığı kayba duyulan üzüntü kadar başka biri yerine rahatsız ya da mahcup olmayı
da dile getiriyor.
Diğer örnekler:
Gigil (Filipin):
Dayanılmaz ölçüde sevimli bir şeyi kucaklama ya da sıkıştırma dürtüsü.
Voorpret (Felemenk): Bir
şey daha yaşanmadan duyulan haz.
Age-otori (Japon): Saç
kesimi ardından daha kötü görünmenin hissi.
Başka dillerdeki kimi
duygu kavramları tercümenin mümkün olamayacağı kadar çetrefil, bununla birlikte
bunları ana dili olarak konuşan insanlar o duyguları kendiliğinden, gayet doğal
olarak yaşıyor:
İfaluk (Mikronezya)
kültüründeki “Fago” kavramı bağlamına göre sevgi, empati, acıma, keder ya da
merhamet anlamına gelebiliyor.
Çek kültüründeki “litost”
kavramı tercüme edilemez olduğu söylenmekle birlikte kabaca “kişinin kendi
perişanlığından duyduğu eziyetin intikam arzusuyla katmerlenmesi” anlamını
taşıyor.
Japon duygu kavramı “Arigata-meiwaku,”
biri size talep etmediğiniz bir iyilik yaptığı ve bunun bir soruna yol açtığı ama
yine de şükran duymanız beklendiği zaman hissedilen şey.)
*
Her şeyin başı ise burada
da neyin ne olduğunun bilincinde olmak. Sapı samandan ayırmak, yanılgıların,
yanılsamaların ayırtında olmak -ya da yer etmiş inançların, görüşlerin
çürütülmesine her zaman hazır olmak. Böylece yapımızın kör noktalarının tuzağına
daha az düşerek ve kültürel uzlaşmalarımızın elinde kukla olmadan yaşamayı
sağlayabiliriz diyor kitap.
İlginç, tam da bunu
farkındalık meditasyonu da diyor.
Her dürtüyle (afekt) yerinden
fırlama! (Her topa çıkma.)
Kitabın da meditasyonun da
önerdiği bir şey, her ne oluyorsa akıntısına kapılmadan içinde oturmak,
izlemek, bir daha tekrarlanmayacak nüanslarına dek ayırtına varmak. Tıpkı
yukarıdaki, başka kültürlerden, dillerden kavramlar öğrenme önerisindeki gibi,
bir afekt/duygu halini kendi içimizde de ne kadar nüanslı yaşarsak dağarcığımız
ona göre zenginleşir ve dar kalıpların dışına çıkarız.
Ki sırf bu bile etiketlerin
ötesine geçmede, isimlerden, sıfatlardan ne korkup ne büyülerine kapılarak
davranmada esaslı bir adım.
Dur, otur ve yaşa. Git
gide incelik kazanan dokusuna kadar duy, bak bakalım nasıl bir şey bu yaşadığın?
Bedeninde yokla onu, hislerinde. (Farkındalık meditasyonunda da söylenen bu.
“Hikayeyi” bırak, hisse yoğunlaş. Ona iliştirdiğin “hikaye,” adı üstünde,
hikayedir. Ve sıcak asfalttaki sakız kadar yapışkan. Sabit. Temcit pilavı.)
Duyguyu, afekti her
seferinde değişen kendi içinde tanı.
İlk refleksin değiştirmek,
onarmak, ortadan kaldırmak yerine anlamak olsun.
Sonuçta anlamadığın bir
şeyi ne kadar değiştirebilir, dizginleyebilirsin ki?
*
Kalıpların altına indiğinde
asla yinelenmeyen, akıl almaz bir değişkenlik ve akıcılıkla giden başka bir
dünyaya kapı açacaksın, demeye getiriyor kitap. Evet, o da insan olmakla
sınırlı ama ufku şu sabit fikirlerin, taşlaşmış inançların dünyasından ne kadar
daha geniş.
*
Kendimden bir not: Dün gece balmumu
kulak tıkaçlarıma rağmen aşağıdan gelen bir müzik sesiyle derin bir uykudan uyandım.
Aşağıdaki (genelde sessiz, sorunsuz, güzel sesiyle arada bir türkü patlatan bir
adam) birkaç gündür bir klarnet edindi. Pek çalmayı bilmiyor. Yarım havalar,
bir iki de kıvrak cümle üfürüyor sadece. Klarnet bu! Sesi kendiliğinden yüksek,
gecenin mutlak sessizliğinde top gibi patladı.
İşlenmemiş halimde kan
beynime sıçrardı. Ne öyle oldu ne nabzım hızlandı. Saate baktım. Hiç beklemeden
bornozumu sırtıma geçirdim, aşağı indim. Kapısını çaldım. (İri yarı adamın bir
an hayalet görmüş gibi oluşunu hatırlayıp sırıtıyorum: Dizlerime kadar inen
turuncu bornoz ve alnıma ittiğim göz maskesi ile pek tekin bir halim yoktu
herhalde :)
Saat bir buçuk! dedim düz
bir tonla. Ağzından tek söz çıkmadı, gözleri açılmış, başıyla belli belirsiz
onayladı.
O kadar. Yukarı çıkıp
yattım. Uyarılmış vücudumla uykuya dalmam zaman aldı. Alışkanlıkla hikayeye, “bunlar
da böyle zaten, bu ülkede” vb yakınmalara sürüklenecek oldukça dikkatimi
bedenime çevirdim. Yavaşça yatıştım ve sonunda temiz bir uykuya döndüm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder