17 Mayıs 2021 Pazartesi

DUYGULAR NASIL OLUŞUR -2

Afektlerden bağımsız bir algı insan için mümkün değil: Dünyayı “olduğu gibi” (biz olmasak olacağı gibi) görmek. İçimizde ve kendi aramızda olup bitenle belirlenenden öte bir dünya yok bize.

Ama doğamızı gözeterek sınırlarımızla daha bilinçli, sağlıklı ilişkiler kurmanın, ufkumuzu ve dağarımızı genişletmenin yolu her zaman açık.

Bunun için beden sağlığına yönelik önerileri sağduyunun da yap dedikleri. “Beden bütçesinin,” dolayısıyla afektlerin dengede olması için dikkat edilecekler:

Yeterli ve nitelikli uyku.

Sağlıklı beslenme.

Hareket. (Hareket üzerinde özellikle duruyor kitap. Sade bir yürüyüş algılarımıza bol girdi sunarak beynin öngörü repertuarını zenginleştiriyor, tek bir his ya da düşünce/duyguda sabitlenmenin önünü alıyor.)

Beklenmedik bir öneri de başka dillerden duygu nüanslarına ilişkin kelimeleri, ana dilimizde/kültürümüzde karşılığı olmayan duyguları öğrenmek. Yeni kelimeler, kavramlar öğrenmenin bize nörolojik olarak iyi geleceğini kim der diyor: Ama öyledir. Bir afekt/duygu halini ne kadar nüanslı yaşarsak dağarcığımız da ona göre genişler ve kabaca bir kategori adının (sevgi, korku, öfke, nefret vb) olumlu ya da olumsuz çağrışımlarından olabildiğince özgür yaşayabiliriz. Dar bir tanıma sıkışıp kalmaktan çıkabiliriz.

(Peygamberin bir lisan bir insan sözü sinirbilimsel bir yankı buluyor. Her dil insana kendi yelpazesini katıyor. Tek bir dilde belli bir duygu kataloğu ile yaşayıp gidecekken duyumsanabileceklerin bundan ibaret olmadığını ortaya koyuyor. Kitapta sadece o dile özgü bileşimlere ilginç örnekler var:

“Forelsket:” Norveçlilerin aşık olmanın yoğun sevincine karşılık gelen bir kavramı.

Danimarkalılar dostluğun verdiği belirli bir hissi “Hygge” kavramıyla karşılıyor.

Rusçadaki “Tocka,” ruhsal ıstırabı ifade ediyor.

Portekizcedeki “Saudade,” güçlü bir manevi özlemi.

Yazarın İngilizcede bir karşılık bulamadığı diğer bir duygu kavramı İspanyolcadaki “pena ajena,” başka birinin uğradığı kayba duyulan üzüntü kadar başka biri yerine rahatsız ya da mahcup olmayı da dile getiriyor.

Diğer örnekler:

Gigil (Filipin): Dayanılmaz ölçüde sevimli bir şeyi kucaklama ya da sıkıştırma dürtüsü.

Voorpret (Felemenk): Bir şey daha yaşanmadan duyulan haz.

Age-otori (Japon): Saç kesimi ardından daha kötü görünmenin hissi.

Başka dillerdeki kimi duygu kavramları tercümenin mümkün olamayacağı kadar çetrefil, bununla birlikte bunları ana dili olarak konuşan insanlar o duyguları kendiliğinden, gayet doğal olarak yaşıyor:

İfaluk (Mikronezya) kültüründeki “Fago” kavramı bağlamına göre sevgi, empati, acıma, keder ya da merhamet anlamına gelebiliyor.

Çek kültüründeki “litost” kavramı tercüme edilemez olduğu söylenmekle birlikte kabaca “kişinin kendi perişanlığından duyduğu eziyetin intikam arzusuyla katmerlenmesi” anlamını taşıyor.

Japon duygu kavramı “Arigata-meiwaku,” biri size talep etmediğiniz bir iyilik yaptığı ve bunun bir soruna yol açtığı ama yine de şükran duymanız beklendiği zaman hissedilen şey.)

*

Her şeyin başı ise burada da neyin ne olduğunun bilincinde olmak. Sapı samandan ayırmak, yanılgıların, yanılsamaların ayırtında olmak -ya da yer etmiş inançların, görüşlerin çürütülmesine her zaman hazır olmak. Böylece yapımızın kör noktalarının tuzağına daha az düşerek ve kültürel uzlaşmalarımızın elinde kukla olmadan yaşamayı sağlayabiliriz diyor kitap.

İlginç, tam da bunu farkındalık meditasyonu da diyor.

Her dürtüyle (afekt) yerinden fırlama! (Her topa çıkma.)

Kitabın da meditasyonun da önerdiği bir şey, her ne oluyorsa akıntısına kapılmadan içinde oturmak, izlemek, bir daha tekrarlanmayacak nüanslarına dek ayırtına varmak. Tıpkı yukarıdaki, başka kültürlerden, dillerden kavramlar öğrenme önerisindeki gibi, bir afekt/duygu halini kendi içimizde de ne kadar nüanslı yaşarsak dağarcığımız ona göre zenginleşir ve dar kalıpların dışına çıkarız.

Ki sırf bu bile etiketlerin ötesine geçmede, isimlerden, sıfatlardan ne korkup ne büyülerine kapılarak davranmada esaslı bir adım.

Dur, otur ve yaşa. Git gide incelik kazanan dokusuna kadar duy, bak bakalım nasıl bir şey bu yaşadığın? Bedeninde yokla onu, hislerinde. (Farkındalık meditasyonunda da söylenen bu. “Hikayeyi” bırak, hisse yoğunlaş. Ona iliştirdiğin “hikaye,” adı üstünde, hikayedir. Ve sıcak asfalttaki sakız kadar yapışkan. Sabit. Temcit pilavı.)

Duyguyu, afekti her seferinde değişen kendi içinde tanı.

İlk refleksin değiştirmek, onarmak, ortadan kaldırmak yerine anlamak olsun.

Sonuçta anlamadığın bir şeyi ne kadar değiştirebilir, dizginleyebilirsin ki?

*

Kalıpların altına indiğinde asla yinelenmeyen, akıl almaz bir değişkenlik ve akıcılıkla giden başka bir dünyaya kapı açacaksın, demeye getiriyor kitap. Evet, o da insan olmakla sınırlı ama ufku şu sabit fikirlerin, taşlaşmış inançların dünyasından ne kadar daha geniş.

*

Kendimden bir not: Dün gece balmumu kulak tıkaçlarıma rağmen aşağıdan gelen bir müzik sesiyle derin bir uykudan uyandım. Aşağıdaki (genelde sessiz, sorunsuz, güzel sesiyle arada bir türkü patlatan bir adam) birkaç gündür bir klarnet edindi. Pek çalmayı bilmiyor. Yarım havalar, bir iki de kıvrak cümle üfürüyor sadece. Klarnet bu! Sesi kendiliğinden yüksek, gecenin mutlak sessizliğinde top gibi patladı.

İşlenmemiş halimde kan beynime sıçrardı. Ne öyle oldu ne nabzım hızlandı. Saate baktım. Hiç beklemeden bornozumu sırtıma geçirdim, aşağı indim. Kapısını çaldım. (İri yarı adamın bir an hayalet görmüş gibi oluşunu hatırlayıp sırıtıyorum: Dizlerime kadar inen turuncu bornoz ve alnıma ittiğim göz maskesi ile pek tekin bir halim yoktu herhalde :)

Saat bir buçuk! dedim düz bir tonla. Ağzından tek söz çıkmadı, gözleri açılmış, başıyla belli belirsiz onayladı.

O kadar. Yukarı çıkıp yattım. Uyarılmış vücudumla uykuya dalmam zaman aldı. Alışkanlıkla hikayeye, “bunlar da böyle zaten, bu ülkede” vb yakınmalara sürüklenecek oldukça dikkatimi bedenime çevirdim. Yavaşça yatıştım ve sonunda temiz bir uykuya döndüm.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder