Küf kedisi bazen görünmese de buralarda
dolanıyor. Ufak tefek, sessiz sakin, kendi kendine. Komşunun boş evinin bir
yerlerinde, karşı terastaki küflü tahtında, benim köşede. (https://aksi-seda.blogspot.com/2020/04/kuflu-kedi.html) Etrafta tırmanacak
ağaç, tehlikeye tepeden bakış sunan sundurma çatıları var, saklanıvereceği bol
kıyı bucak.
Onu sempatiyle izlerken içimde bir değişim
sezdim.
Sözüm ona doğaya hakim bir ırkın canhıraş bir hayatta kalma
mücadelesinden uzak, korunaklı, rahat bir üyesi olarak iliklerimize işlemiş “doğal” bir üstünlük
hissiyle tepeden bakmadığımı. Bu gün be gün başının çaresine bakan kediyi
onunla hemzemin duyumsadığımı.
Hayat nezdinde ha sen ha ben.
Öldürülmemek, ölmemek için her an tetikte
olmak, yiyeceğini taştan (çöpten, börtü böcekten) çıkarmak zorunda olan bu küçük
sokak kedisi hayatta kalma becerisiyle beni fersah fersah geride bırakacağı
için şu şaşkın tedirginlik döneminde bizden ileri olmalı ama bu farklar bir
yana, eşitiz işte.
Biz insanların karşısına dikilen görkemli
tehditler değil artık. Gözün hazmedemeyeceği büyüklüklerden geçip bugünlere
geldik. Çemberin karşı ucuna. Gözün göremeyeceklerinin topu ağzındayız şimdi.
24 saat boyunca iç dış parazitlerle cebelleşen sana dalaşmayan bir virüsün
insafına kalmış! Aynı dili konuşsak ön patilerini karnına vura vura gülerdin
halimize.
Seni tepeden gören bir insan değil, kendiyle
bir hisseden bir diğer mahluk olarak algılamada kibrin söndüğü sağaltıcı bir
haddini hatırlama var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder