26 Mayıs 2020 Salı

EKMEKLERDEN BİR DUVAR


Bayramın ve herhalde mutlağa yakın sessizliğin son günü. Hâlâ serince ama yeniden yaz pusu bir sabah. Yarından tezi yok, demografik ve mevsimsel tıpalar açılacak. İnsanlar akın edecek, sıcaklık yükselecek.

Sesler de.

Seyyar ekmekçi bunun mu aşısını yapıyor?

İlahi sessizlik, koyun öbür ucunda minibüsünün hoparlöründen (bazen cızırtılı bir elektro sazlı türkü eşliğinde) yayılan kesintisiz anonsla deliniyor.

Evetsıcakekmekgeldimahallenizinfırıncısıayağınızageldievet ekmeklerimizsıcakekmekgeldievetmahallenizin

Ses bu uca kadar yüksele yüksele ağırlığını göğsümde hissettiğim tuğla tuğla örülen bir duvara dönüşüyor. Fırın minibüsü biraz ötemde durup anonsuna olduğu yerden devam ediyor.

Birden belirip çıktığı gibi de kesilmesiyle ses diğer duyulara kıyasla geride iz bırakmıyor belki ama olduğu süre boyunca kirlilik ve şiddette hepsine rahmet okutuyor. Sağır olmadıkça kaçışı olmadığından onunki en ağırından bir tecavüz.

Günde iki kez belki yarımşar saat süresince soluğum nefes boruma dikilen ve diğer algılara geçit vermeyen bu duvarla kesiliyor.


Kulak vermeyen, dinlemeyen, işitmeyen, aldırmayan bir ahaliyiz. Boşluklara, sessizliğe, es’lere, dinle ve işittiğin şeye karşılık ver’e yer yok. Haliyle armonik değil, melodisi de tekdüze, fukara.

Halkı satrancı içselleştirmedikçe geriliğe mahkum bir toplum olduğumuzu söyleyen (ve cazibesinden ayıldıktan sonra hadi ordan sen de dediğim) Çetin Altan misali, mahallemizin fırıncısından Kolezyum’daki resitali sırasında seslendirdiği eserlerle kalmayıp ortamı, akustiğini, dinleyicisini de hesaba katan bir İtalyan tenorun performansını beklediğim yok tabii.

Gerçekçi ve anlamlı olmazdı.

Öte yandan ne güzel olurdu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder