Komplo teorileri dolgu zemine çıkılan binalar
gibi alır yürürken düşünüyorum.
Açıklama ve inanma ihtiyacımızı.
Akıl yürütme biçimimizi.
Düştüğümüz tuzakları.
İlk tuzak bir şeyin bize makul görünmesi
galiba. Aklımıza yatması. Normal şartlarda akıl dediğimizse, hadi elimizi
vicdanımıza koyalım, bildiklerimiz, bildiğimizi sandıklarımız, bunları sıkı bir
eleştiriden geçirmeden vardığımız sonuçlar, tığ işi görüşler, koşullanma ve
eğilimlerimizin bir bulamacı değil mi?
Bir şeyin bize makul gelmesinin kendi anlatımızla
örtüşmesinden öte bir anlamı var mı?
“Hah işte bak, ben de onu diyordum zaten!” Bu
anlatı arada doğru noktalara dokunuyor olabilir ama işin içindeki bütün
noktaların doğru ve eksiksiz bir şekilde birleştirilmesi olabilir mi?
Olamazsa hesaba katılacak farklı veriler, göz
önündekilere bambaşka bir yaklaşım, resmi olduğu gibi değiştirmez, benim makul
bulduğumu acınası bir karikatüre çevirmez mi?
Perspektifimin kaçınılmaz darlığı, sığlığı,
şartlanmışlığı düşünüldüğünde bir şeyin bana makul görünmesi hiçbir şekilde
onun öylece gerçekliğinin göstergesi ya da kanıtı olamaz.
Birileri çıkar, o öyle değil, böyle der, daha
da makul gelen tezleriyle benimkini çürütür.
Yani umarım çürütebilir çünkü komplo teorileri
itikadı herhangi bir yobazlık kadar ağır bir vaka.
*
Dolgu zemine çıkılan temelin bir bölümü de bir
şeye sık maruz kalmak. Aşinalık. Ne kadar tekrarlanırsa o kadar inandırıcı
olması.
Virüs konusunda atıp tutmadığımız kalmıyor.
Olağan şüpheliler -Bill Gates, CIA, Çin, Rusya-
geçidini kaygılanmaktan, kapanmaktan, önlemlerden bıkan, alışkanlıklarımı
kaldığım yerden sürdürmek isteyen bana makul gelen görüşler izliyor.
Tabii canım, pek bir şey olduğu yok. Zaten hiç
de olmamıştı. Gribin hallicesi, hadi hayatımıza bakalım.
Bu uçta ben de gönül eğledim. Şimdiyse silkinip
ne yapıyorum diye düşünüyorum.
“Gerçekte” neler olduğunu kendi küçük
hikayelerimle açıklayabilir miyim?
Bu işe hayatını adamış insanların çözemediği şeyler
bana makul görünen derme çatma modellerle çözülebilir mi?
Bir konuda yeterince bilgi sahibi olmanın iyi
bir ölçütü o alandaki akıl yürütme yanlışlarını görebilmek değil midir?
Açıklama, inanma ihtiyacımı doyuran, ne bilgi
ne eleştirel düşünce, makul bir anlatıdansa çırılçıplak bir bilmiyorum
bana çok daha sağlam bir zemin görünüyor.
Bildiğimi sandıklarım yerine bilmediklerimi,
bilemeyeceklerimi göz önünde bulundurarak bakmak.
Otomatik cevaplardansa algı ağımı genişleyen
sorular ve geçici cevaplarla örmek.
*
Sabah erkenden Gündoğan pazarına gittim.
Girişte bir jandarma vardı ama termometresi sonradan gelmiş olmalı, ben
çıkarken ateş ölçüyordu.
Pazarcıların çoğunun burun altında ya da
boyunlarında göstermelik bile olsa maskesi yoktu.
Bıkkınlık ve kemiğe dayanan bıçaklar ihtiyatın
yerini almış bile.
Kötü bir pişmanlıktansa, kaynar süt
olmadığından emin olamayacağım yoğurdu üflemeye devam etmeyi seçiyorum, Pascal’in
terazisini -diyerek maskemi düzelttim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder