Rüzgarın kuzeye dönmesi, dağlardan esmeye başlamasıyla
sıcak daha da artmadan huy değiştirdi. Sabaha karşı, gündoğumuna kadar serince
olan esinti güneşle birlikte kızışıyor. Birden düşen nemle yer, gök, aradaki
canlı-cansız, birkaç gün önceye kadar harlı ateşte haşlanırken yine harlı ama
şimdi kuru ateşte kızarmaya koyuluyor.
Cildi ve asabı geren, gevreten, çatlatan bir sıcak bu.
Nereden geldiğini, ne yaptığını unuta gör, bir cam parçasının kırdığı güneş
ışığıyla tutuşuveren çamlar gibi olmadık bir şeye parlamanın orman yangını bir
öfkeye dönüşmesi işten değil.
Sıcak, diyorum, dişlerim saçma sapan bir şeye gıcırdar
olduğunda, aman bunu kızgınlığından düş (geriye de pek bir şey kalmayacak
zaten), cam parçalarının oyununa gelip de yok yere tutuşma.
(Bedeni geren şeyleri böyle ayırmak her zaman iyi. Yoksa
insan basit fiziksel rahatsızlıkları koşullara, başkalarına bulaştırıp
karıştırmaya meyilli, dallandırıp budaklandırmaya, okları günahsızlara çevirip
hesabı aslında ilgisiz şeylere kesmeye. Rahatsızlığı izole et, geç, geçmeye
bırak: Açım, yorgunum, üşüyorum, yanıyorum vs.)
Kuzey rüzgarı, tuz biberini de insanın etini koparıp
kanına banan sığır sinekleriyle ekiyor.
Neyse, fazla sürmüyor. Birkaç gün cızır cızır kavrulup
sineklerle dalandıktan sonra rüzgar, havayı nemlendiren doğu-batı aksına
dönüyor. Biz de derin bir soluk alarak mutlulukla kızgın sacdan kaynar kazana.
Bu kez sineksiz. Onlar dağın arkasında kalıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder