1 Eylül 2015 Salı

SAC ÇATLATAN

Rüzgarın kuzeye dönmesi, dağlardan esmeye başlamasıyla sıcak daha da artmadan huy değiştirdi. Sabaha karşı, gündoğumuna kadar serince olan esinti güneşle birlikte kızışıyor. Birden düşen nemle yer, gök, aradaki canlı-cansız, birkaç gün önceye kadar harlı ateşte haşlanırken yine harlı ama şimdi kuru ateşte kızarmaya koyuluyor.

Cildi ve asabı geren, gevreten, çatlatan bir sıcak bu. Nereden geldiğini, ne yaptığını unuta gör, bir cam parçasının kırdığı güneş ışığıyla tutuşuveren çamlar gibi olmadık bir şeye parlamanın orman yangını bir öfkeye dönüşmesi işten değil.

Sıcak, diyorum, dişlerim saçma sapan bir şeye gıcırdar olduğunda, aman bunu kızgınlığından düş (geriye de pek bir şey kalmayacak zaten), cam parçalarının oyununa gelip de yok yere tutuşma.

(Bedeni geren şeyleri böyle ayırmak her zaman iyi. Yoksa insan basit fiziksel rahatsızlıkları koşullara, başkalarına bulaştırıp karıştırmaya meyilli, dallandırıp budaklandırmaya, okları günahsızlara çevirip hesabı aslında ilgisiz şeylere kesmeye. Rahatsızlığı izole et, geç, geçmeye bırak: Açım, yorgunum, üşüyorum, yanıyorum vs.)

Kuzey rüzgarı, tuz biberini de insanın etini koparıp kanına banan sığır sinekleriyle ekiyor.

Neyse, fazla sürmüyor. Birkaç gün cızır cızır kavrulup sineklerle dalandıktan sonra rüzgar, havayı nemlendiren doğu-batı aksına dönüyor. Biz de derin bir soluk alarak mutlulukla kızgın sacdan kaynar kazana. Bu kez sineksiz. Onlar dağın arkasında kalıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder