8 Eylül 2015 Salı

KEDİLİ GÜNLER



Başka bir türle etkileşim gerçekten de, farklı bir aileden gelen (hatta arkeolojik) yeni bir dil öğrenmek kadar heyecan verici.

Köpek, kuş, gelincik, vaşak.. İnsani önyargılara önyargıyla cevap vermediği için seni bir durup anlamaya itiyor.

Bunu yazlık kedisi Beşiktaş’la yaşıyoruz. Yavaş yavaş birbirimizin huyunu, huysuzluğunu, istekleri ve sınırlarını öğrendikçe de aramızdaki bağ derinleşiyor. Başlangıçtaki anlamama, yanlış anlamalardan doğan sabırsızlık, kızgınlık yerini anlayışla gelen aşinalığa bıraktıkça güvenimiz artıyor.

Gözlerinin dupduru yeşili dahil bu üç renkli zeki varlıkla karşılıklı dikilip birbirimizi süzüşümüz sayfalarca lafa bedel yeni anlayışlarla sonuçlanıyor.

Anlamazdan geldiklerimizi bal gibi anladığımızın da itirafı bu uzun bakışmalarımız. (O paspasa yatmanı istemiyorum, kara kıllarını sökmek dert oluyor – yemek ver – kucağına al..)

Kedilere ilişkin klişeler bir kedinin tekilliğinde patır patır dökülürken klişe fikirlerin yararsızlığını da beraberinde götürüyor.

*
Beşiktaş yaman bir avcı. Başının çaresine pek güzel bakabilir. Yazlıkçılar çekildikten sonra bakıyor da zaten. Ama hazır yiyecek varsa ne diye uğraşsın ki? Onu bu yıla kadar hiç beslemedim. Yine de ahbaptık. Geçerken çağırdığımda mutlaka gelir, uzun uzun bir şeyler anlatarak biraz okşamama izin lütfeder, fazla sürmeden “Tamam! Yeter bu kadar!” hükmünü tırnaklarını içe çekmediği patisini elime çakarak bildirirdi. “İşim gücüm var benim, daha akşam öğününü bulup buluşturacağım” der gibi. Kendine yeterliği, başına buyrukluğu, fırsatçı yumuşaklığı (gerçi okşanmaktan başka bir şey elde edemeyeceğini bildiği benim için geçerli değildi bu) hoşuma gidiyordu. Olağanüstü çevikliği, güzelliği de.

Beslemeye onu tanıyan birinin giderken bıraktığı mamayla başladım. İlişkimizi kökten değiştiren de bu oldu.

İkimiz de ehlileşir, birbirimize bağlanır olduk; tek başımıza sergilediğimiz keskinliği kaybederek ilişki içinde yeniden yoğrulur.

*
Yeni bir ritüel  başladı. Öğleden sonra kahvemi alıp ara kata çıkıyorum. Peşimden geliyor. Kahvemi bitirip kitabımı açmamı beklerken ayağımın dibine uzanıyor. İkimizin de acelesi yok. Daha önce uzun bakışmalar arasında başını okşamamla yetinirdik. Sonra bir gün patisini bacağıma uzattı ama orada kaldı. Bir süre daha geçti, patisinin yanına başını da dayadı. İçimin eridiğini hissetmiş olacak, kucağıma atlayıverdi. İkindi ritüelimiz işte öyle başladı. Kahve maşrapasını kenara koymamı işaret bilerek bakışıp enine boyuna tartmayla hiç oyalanmadan kucağıma atlıyor. Havanın sıcağı içinde ondan daha yoğun bir sıcak, kıllı yumak. Şöyle bir dönüp göğsüme uzanıyor, rahat edeceği konumu çabucak kararlaştırıp kucağıma inerek kıvrılıyor. Başındaki elimi kafasını çevirip usulca dişleyerek okşamaya başlamamı işaret ediyor. Başlıyorum. Ağır ağır, derken ikimizin de sevdiği gibi haşince. Ter her yanımdan akıyor, bolca döktüğü siyah-beyaz tüylerin üstüme başıma yapışmayanı havada uçuşuyor. Ama bu sıkıntıların hemen altında büyük bir şey olduğunu çabuk anladım. Sevgi ve karşılıklı güvenden geçen bir yolun götürdüğü derin, çok derin bir kendini bırakış, gevşeme ve saflaşma. En ufak bir gerilim hissedilmeyen küçük beden gırıldayarak uykuya dalarken sadece o andayım. Bana bunun nasıl olduğunu gösteren kedi bulunmaz bir yoga ve meditasyon öğretmeni.



*
Dikkat kesilen bir kediyi izlemek kadar dikkati bileyen az şey vardır.

Mutlak gevşemeden mutlak tetikteliğe bir anda geçebilmesi başlı başına hayranlık uyandırıcı.

Av ya da avcıya tümüyle odaklanması en büyük gücü ama aynı zamanda en zayıf yanı. O lazerleşme anında tek bir noktaya konsantreyken arkasından dolanıp armut gibi yakalayabilirim; konsantrasyonunun gücü başka her şeye kapanmasından geliyor.

Eylem ya da hareketsizlik, ne yaşıyorsa kendini sadece ona verişiyle hayvanlar aleminin Zen ustalarından.

İzle, gözle, içselleştir, erer gidersin.

*
Kedi eğitilmez derler. Oysa öğreniyor. Her ışıkta gözbebekleri kısıla açıla hiç kıpırdamadan beni süzmesinin boşuna olmadığını görüyorum.

Sabahları avaz avaz miyavlayarak karşılaması hoşuma gitmiyor, elim ayağıma dolanıyordu. Parmağımı burnunun dibinde sallayarak durdum, o susana kadar kımıldamayarak (aşağı inip mama kutusuna gitmeyerek) şamata yapmasını istemediğimi kısa sürede iletebildim. Sabahları tel kapının önünde zaten efendice kalkıp giyinmemi bekliyordu. Meramımı anladıktan sonra kapıyı açtığımda da sakin kalıyor. Arada ağzından kaçırdığı yarım gurultular dışında kendine gayet hakim, yanım sıra geliyor. Ancak mamasını yeşil küreğinde (kap niyetine) önüne koyduğumda miyavlamasını koyverip heyecandan titreyerek yiyeceğine yumuluyor. Kafasını okşayıp sahneden çekiliyorum. Artık bana ihtiyacı yok.

*
Gün boyu nerelerde dolaştığını bilmiyorum. Açıkhava kedisi o. Zamanın çoğunu sıcağın durumuna göre serildiği bahçede, çimler ya da toprakta, verandanın taş zemininde ya da ben neredeysem yanım yöremde (olmadık pozisyonlarda, oradan buradan sarkarak) geçirse de kafasına estikçe çekip gidiyor.


Bazen onu tanıyan birilerine rastlıyorum. Ağzı kulaklarında ne akıllı bir kedi olduğunu anlatıyorlar. Şeytan tüylü olduğunda birleşiyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder