Başka bir türle etkileşim gerçekten de, farklı bir
aileden gelen (hatta arkeolojik) yeni bir dil öğrenmek kadar heyecan verici.
Köpek, kuş, gelincik, vaşak.. İnsani önyargılara
önyargıyla cevap vermediği için seni bir durup anlamaya itiyor.
Bunu yazlık kedisi Beşiktaş’la yaşıyoruz. Yavaş yavaş
birbirimizin huyunu, huysuzluğunu, istekleri ve sınırlarını öğrendikçe de
aramızdaki bağ derinleşiyor. Başlangıçtaki anlamama, yanlış anlamalardan doğan
sabırsızlık, kızgınlık yerini anlayışla gelen aşinalığa bıraktıkça güvenimiz
artıyor.
Gözlerinin dupduru yeşili dahil bu üç renkli zeki
varlıkla karşılıklı dikilip birbirimizi süzüşümüz sayfalarca lafa bedel yeni
anlayışlarla sonuçlanıyor.
Anlamazdan geldiklerimizi bal gibi anladığımızın da
itirafı bu uzun bakışmalarımız. (O paspasa yatmanı istemiyorum, kara kıllarını
sökmek dert oluyor – yemek ver – kucağına al..)
Kedilere ilişkin klişeler bir kedinin tekilliğinde patır
patır dökülürken klişe fikirlerin yararsızlığını da beraberinde götürüyor.
*
Beşiktaş yaman bir avcı. Başının çaresine pek güzel
bakabilir. Yazlıkçılar çekildikten sonra bakıyor da zaten. Ama hazır yiyecek
varsa ne diye uğraşsın ki? Onu bu yıla kadar hiç beslemedim. Yine de ahbaptık. Geçerken
çağırdığımda mutlaka gelir, uzun uzun bir şeyler anlatarak biraz okşamama izin
lütfeder, fazla sürmeden “Tamam! Yeter bu kadar!” hükmünü tırnaklarını içe
çekmediği patisini elime çakarak bildirirdi. “İşim gücüm var benim, daha akşam
öğününü bulup buluşturacağım” der gibi. Kendine yeterliği, başına buyrukluğu,
fırsatçı yumuşaklığı (gerçi okşanmaktan başka bir şey elde edemeyeceğini
bildiği benim için geçerli değildi bu) hoşuma gidiyordu. Olağanüstü çevikliği,
güzelliği de.
Beslemeye onu tanıyan birinin giderken bıraktığı mamayla
başladım. İlişkimizi kökten değiştiren de bu oldu.
İkimiz de ehlileşir, birbirimize bağlanır olduk; tek başımıza sergilediğimiz keskinliği kaybederek ilişki içinde yeniden
yoğrulur.
*
Yeni bir ritüel başladı.
Öğleden sonra kahvemi alıp ara kata çıkıyorum. Peşimden geliyor. Kahvemi
bitirip kitabımı açmamı beklerken ayağımın dibine uzanıyor. İkimizin de acelesi
yok. Daha önce uzun bakışmalar arasında başını okşamamla yetinirdik. Sonra bir
gün patisini bacağıma uzattı ama orada kaldı. Bir süre daha geçti, patisinin
yanına başını da dayadı. İçimin eridiğini hissetmiş olacak, kucağıma
atlayıverdi. İkindi ritüelimiz işte öyle başladı. Kahve maşrapasını kenara
koymamı işaret bilerek bakışıp enine boyuna tartmayla hiç oyalanmadan kucağıma
atlıyor. Havanın sıcağı içinde ondan daha yoğun bir sıcak, kıllı yumak. Şöyle
bir dönüp göğsüme uzanıyor, rahat edeceği konumu çabucak kararlaştırıp kucağıma
inerek kıvrılıyor. Başındaki elimi kafasını çevirip usulca dişleyerek okşamaya
başlamamı işaret ediyor. Başlıyorum. Ağır ağır, derken ikimizin de sevdiği gibi
haşince. Ter her yanımdan akıyor, bolca döktüğü siyah-beyaz tüylerin üstüme
başıma yapışmayanı havada uçuşuyor. Ama bu sıkıntıların hemen altında büyük bir
şey olduğunu çabuk anladım. Sevgi ve karşılıklı güvenden geçen bir yolun
götürdüğü derin, çok derin bir kendini bırakış, gevşeme ve saflaşma. En ufak
bir gerilim hissedilmeyen küçük beden gırıldayarak uykuya dalarken sadece o
andayım. Bana bunun nasıl olduğunu gösteren kedi bulunmaz bir yoga ve meditasyon öğretmeni.
*
Dikkat kesilen bir kediyi izlemek kadar dikkati bileyen
az şey vardır.
Mutlak gevşemeden mutlak tetikteliğe bir anda geçebilmesi
başlı başına hayranlık uyandırıcı.
Av ya da avcıya tümüyle odaklanması en büyük gücü ama
aynı zamanda en zayıf yanı. O lazerleşme anında tek bir noktaya konsantreyken
arkasından dolanıp armut gibi yakalayabilirim; konsantrasyonunun gücü başka her
şeye kapanmasından geliyor.
Eylem ya da hareketsizlik, ne yaşıyorsa kendini sadece
ona verişiyle hayvanlar aleminin Zen ustalarından.
İzle, gözle, içselleştir, erer gidersin.
*
Kedi eğitilmez derler. Oysa öğreniyor. Her ışıkta
gözbebekleri kısıla açıla hiç kıpırdamadan beni süzmesinin boşuna olmadığını
görüyorum.
Sabahları avaz avaz miyavlayarak karşılaması hoşuma
gitmiyor, elim ayağıma dolanıyordu. Parmağımı burnunun dibinde sallayarak durdum, o susana kadar kımıldamayarak (aşağı inip mama kutusuna gitmeyerek) şamata yapmasını istemediğimi kısa sürede iletebildim. Sabahları tel kapının önünde zaten
efendice kalkıp giyinmemi bekliyordu. Meramımı anladıktan sonra
kapıyı açtığımda da sakin kalıyor. Arada ağzından kaçırdığı yarım gurultular
dışında kendine gayet hakim, yanım sıra geliyor. Ancak mamasını yeşil küreğinde (kap
niyetine) önüne koyduğumda miyavlamasını koyverip heyecandan titreyerek
yiyeceğine yumuluyor. Kafasını okşayıp sahneden çekiliyorum. Artık bana
ihtiyacı yok.
*
Gün boyu nerelerde dolaştığını bilmiyorum. Açıkhava kedisi
o. Zamanın çoğunu sıcağın durumuna göre serildiği bahçede, çimler ya da
toprakta, verandanın taş zemininde ya da ben neredeysem yanım yöremde (olmadık
pozisyonlarda, oradan buradan sarkarak) geçirse de kafasına estikçe çekip
gidiyor.
Bazen onu tanıyan birilerine rastlıyorum. Ağzı
kulaklarında ne akıllı bir kedi olduğunu anlatıyorlar. Şeytan tüylü olduğunda
birleşiyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder