Böyle bir ortamda çalışmak, kendini elindekine vermek
zevk. Gök, yarımadanın tepeleriyle sırtını verdiği dağlar bir yana (aslında
bunlarla birlikte) burada bir kubbe. Ufka dikilen yapılarla büyük kafaya ufak
gelen namaz takkesi gibi kaldığı şehirdekinden ne kadar daha kuşatıcı.
Varlığını hatırlamak için başını kaldırmana gerek yok; göz hizasında. Doğanın
sarıp sarmalayıcılığı onunla başlıyor, bastığının çokça toprak oluşuyla
sürüyor. Buna su ekleniyor. İçinde, kıyısında dokunuşu, sesi, kokularıyla
denizin arındırıcılığı.
İnsan (şimdi olduğu gibi elinde plastik flütüyle bir
kayanın üzerinde) her türlü kalabalıktan sıyrılıp kendiyle önce baş başa
kalıyor, sonra bu kendi de üfürdüğü sesler gibi kocamanlığa karışıp gidiyor.
Doo-re-mii.. Bayağı temiz başlamışken sinir krizi geçiren
bir hadımın sesi gibi tizleşiverdi birden. Parmak uçlarım yeterince etli değil,
delikleri tam kapatmak için basışa fazladan dikkat etmem gerekiyor. Üflemeye
de.
Acemilikte dikkat yorucu. Neye, ne kadar, nasıl enerji
harcayacağını bilmediğinden seferber ettiği çaba gerekenin hep üstünde. Sakin,
ekonomik bir uyanıklık olmaktan uzak. Kasıcı. Buna bir de alışık olmadığı
şekillerde çalıştırılan kasların yorulması ekleniyor. Çene kemiğini kafatasına
bağlayanlar ağrıyor mesela. Bunlarla öylece tanışmış oluyorum.
Yine de uzun uzun çalıştım. Etimden (yerimden sıçramama
bakılırsa) irice bir parça koparan sığır sineği olmasa biraz daha çalışırdım.
Daha sonra denizde sırtüstü uzanırken aletsiz egzersiz
yapmanın yolunu buldum. Başımın arkasında birleştirdiğim ellerimi çözüp flüt
niyetine iman tahtamda hizaladım. Göbek deliği de serçeparmağın kapadığı en alt
delik oldu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder