Sonra sahne değişiyor (içte, dışta ya da ikisinden
birden), dün şunu ifade eden artık öyle gelmiyor.
Eskimeyle barış içinde yaşar giderken yenilik birden
hoşuma gitmeye başlıyor. Bazen yeniliği daha özlü bir yerde yakalayamadığım,
üretemediğim, bazen de bir pipo pipodan ibaret olduğu, beş duyum yenilik
istediğinden. Eski rejisör sandalyesinde ne kadar rahatsam yenisini alırken
içim o kadar açılıyor. İkisi de ben, iki deneyim de hakiki. Geçicilik, ikisinin
de gerçekliğini etkilemiyor. Sadece aynı taşlarla (konu başlıklarıyla) yeni bir
oyun kurulmuş. Oyun akarcasına değişirken şeylerin (fikirler, duygular, algı,
insanlar) bütün içindeki yeri, anlamı, onlarla ilişki de değişiyor. Büyüyor,
ufalıyor, farklılaşıyor, sahneye giriyor, sahneden çıkıyorlar.
Bunları güçlü, baskın oldukları bir karede dondurup şu
şudur (dolayısıyla öyle olmalı/kalmalı) diye kurallar, ölçütler, nirengiler
sabitlemek ne ayak bağı.
İç-dış çelişki, sürtüşme, çatışmaya davetiye.
Deneyime değil, deneyimleyene bakmalı.
Bir şeyi enine (insanın kendi ve zaman içinde) boyuna
(insandan insana aldığı farklı hallerde) görebilmeli.
Bugün ak dediğim, başkasının ya da başka zaman benim kara
dediğimle o vakit eşdeğerli.
Dikkati oyunculardan oynattıkları taşlara kaydırmaksa bir
yığın tercüme hatasına gebe.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder