Notaları tek tek, uzunca çalıyor, dinliyorum. En
sevdiğimiz renk sorulur da en sevdiğimiz notanın hangisi olduğunun sorulduğunu
hiç duymadım. (Oysa iki grupta da yedişer ana kalem var.) Neden? Renklerin
tersine notalar başlı başına ortada olmadığı –işitilmediği- için mi? Mutlak kulağımız
(perfect pitch) yoksa ya da müzisyen değilsek, onları sadece oluşturdukları
bütün içinde, bundan ayırt etmeksizin işittiğimizden? Bir de uçuculukları tabii.
Sarı, en sevdiğim rengin o olduğunu fark edeceğim sıklık ve kalıcılıkta algı
alanımdadır. Ya si, do? Gerçi ancak oluşturdukları bütün içinde bir varlığı
olan harfler de bu özellikleriyle notalar gibi ama onlarda pekala sevdiklerim-o
kadar sevmediklerim-hiç sevmediklerim ayrımını seslerine dayanarak
yapabiliyorum. Notalardaysa bunun tek istisnası la. Telefonun sinyal sesi
olduğundan sıkça duyuyorum (ve bakırımsı, uçuk kızıl ışıltısıyla hoşuma
gittiğini biliyorum).
Böyle tek tek çalıp sahneye çıkararak kulağımda evirip
çevirince notalar bireyselleşiyor, kişiliklerini ortaya koyuyorlar.
Eşsizlikleri belirginleşiyor ama şimdi sorulsa en sevdiğim notanın hangisi
olduğunu yine söyleyemem.
Dün ilginç bir şey öğrendim. Batı rüzgarında elimde flüt,
güneşi batırmaya gitmiştim. Denize doğru üfledim. Çılgınca bozuk bir ses çıktı.
Şaşırdım. Ses çıkmıyor, sanki atılımı zorbaca bastırılıyordu, sonra birden
patlıyor, çatlıyor, cayır cayır bir iniltiye dönüşüyor, kıvrım büklüm
pesleşiyor, tizleşiyor, can çekişiyordu. Parmaklarıma baktım, tutuşuma, nasıl
üflediğime. Yanlışı bulamadım. Ama nasıl olur da onca egzersizden sonra böyle
birden sıfırın da altına düşerim? Görenin çok eğleneceği ifade suratımda ne
kadar kaldı, bilmiyorum. Sonra birden anladım: Rüzgar! Demek rüzgarda flüt
çalınmıyormuş.
Güldüm. Gel bakalım, dedim kaotik zorbaya, göster
kendini! Ve flütü beraber üfürdük. Ben usulünce, o darmadağın, aletin altından
girip dilinden çıka, açtığım deliklere hücum edip birden geri çekilerek alçala
yüksele. Bir deliyle piyanonun başına oturup dört el çalmaya kalkmak gibiydi.
Sesleri bozuyor, çökertiyor, yığıp emiyordu.
Bu bana ses bozunumlarıyla oynama esini verdi. Bugün
düzgün egzersizin ardından öyle yaptım. Parmaklarımı kesintisiz hareketlerle
kaydırarak sesleri yerlerinden oynattım, yayıp dağıttım. Telsiz alıcısının
frekans ayarıyla oynamak gibiydi. Tatlı noktasında (sweet point) tam kıvamında
çıkan ses oradan öteye beriye kaydığında bozuluyor, çirkinleşiyor, tırmalayıcı
oluyordu.
Bir yandan da şeylerin, her şeyin tatlı noktasını düşündüm tabii. Tatların, kokuların, renklerin,
ilişkilerin, duyguların. Bilincin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder