22 Eylül 2015 Salı

SOL

Notaları tek tek, uzunca çalıyor, dinliyorum. En sevdiğimiz renk sorulur da en sevdiğimiz notanın hangisi olduğunun sorulduğunu hiç duymadım. (Oysa iki grupta da yedişer ana kalem var.) Neden? Renklerin tersine notalar başlı başına ortada olmadığı –işitilmediği- için mi? Mutlak kulağımız (perfect pitch) yoksa ya da müzisyen değilsek, onları sadece oluşturdukları bütün içinde, bundan ayırt etmeksizin işittiğimizden? Bir de uçuculukları tabii. Sarı, en sevdiğim rengin o olduğunu fark edeceğim sıklık ve kalıcılıkta algı alanımdadır. Ya si, do? Gerçi ancak oluşturdukları bütün içinde bir varlığı olan harfler de bu özellikleriyle notalar gibi ama onlarda pekala sevdiklerim-o kadar sevmediklerim-hiç sevmediklerim ayrımını seslerine dayanarak yapabiliyorum. Notalardaysa bunun tek istisnası la. Telefonun sinyal sesi olduğundan sıkça duyuyorum (ve bakırımsı, uçuk kızıl ışıltısıyla hoşuma gittiğini biliyorum).

Böyle tek tek çalıp sahneye çıkararak kulağımda evirip çevirince notalar bireyselleşiyor, kişiliklerini ortaya koyuyorlar. Eşsizlikleri belirginleşiyor ama şimdi sorulsa en sevdiğim notanın hangisi olduğunu yine söyleyemem.

Dün ilginç bir şey öğrendim. Batı rüzgarında elimde flüt, güneşi batırmaya gitmiştim. Denize doğru üfledim. Çılgınca bozuk bir ses çıktı. Şaşırdım. Ses çıkmıyor, sanki atılımı zorbaca bastırılıyordu, sonra birden patlıyor, çatlıyor, cayır cayır bir iniltiye dönüşüyor, kıvrım büklüm pesleşiyor, tizleşiyor, can çekişiyordu. Parmaklarıma baktım, tutuşuma, nasıl üflediğime. Yanlışı bulamadım. Ama nasıl olur da onca egzersizden sonra böyle birden sıfırın da altına düşerim? Görenin çok eğleneceği ifade suratımda ne kadar kaldı, bilmiyorum. Sonra birden anladım: Rüzgar! Demek rüzgarda flüt çalınmıyormuş.

Güldüm. Gel bakalım, dedim kaotik zorbaya, göster kendini! Ve flütü beraber üfürdük. Ben usulünce, o darmadağın, aletin altından girip dilinden çıka, açtığım deliklere hücum edip birden geri çekilerek alçala yüksele. Bir deliyle piyanonun başına oturup dört el çalmaya kalkmak gibiydi. Sesleri bozuyor, çökertiyor, yığıp emiyordu.

Bu bana ses bozunumlarıyla oynama esini verdi. Bugün düzgün egzersizin ardından öyle yaptım. Parmaklarımı kesintisiz hareketlerle kaydırarak sesleri yerlerinden oynattım, yayıp dağıttım. Telsiz alıcısının frekans ayarıyla oynamak gibiydi. Tatlı noktasında (sweet point) tam kıvamında çıkan ses oradan öteye beriye kaydığında bozuluyor, çirkinleşiyor, tırmalayıcı oluyordu.


Bir yandan da şeylerin, her şeyin tatlı noktasını düşündüm tabii. Tatların, kokuların, renklerin, ilişkilerin, duyguların. Bilincin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder