26 Eylül 2015 Cumartesi

ESKİT

Dağın başı (aslında eteği) bu işe çok uygun.

Şehirli bitişikliğinden, ölçütlerinden uzaksın. Nasıl göründüğün burada hiç önemli değil. Ne de sahip olduğun nesneler ve temsil ettikleri. Sana kimliğinin sıfatlarını (zevk sahibi, modern, şehirli) bahşedenler.

Burada geçer akçe sahip olmak değil, olmak. Hayatla sosyal çevre üzerinden, etkinliklerle, nesnelerle ilişkilenme gereği, bunun imkansızlığıyla birlikte ortadan kalkıyor. Parmağını doğrudan prize sokabilir, tatmini şunu yaptım-bunu ettim-onu aldım sayıp dökmesinde değil, nefes almada, aldığın her solukta doğayı içine çekip onun içine erimede bulabilirsin. Basit, hakiki, derin.

Bu da eşyayla ilişkiyi tümden değiştiriyor. Vitrinim olma zorlanımından kurtulmuş, kendi yaşamlarını sürüyorlar. Eskiyor, yıpranıyor, demode oluyor ve gözüme hiç batmıyorlar.

Tersine.

Onları özgürce eskimeye bırakmada tatlı bir his var. Çocuğun eprimiş oyuncak ayısındaki gibi, birlikte olmaktan, zamanı üzerinden birlikte geçirmekten gelen yoğun bir aşinalık. Şefkate varan kadifemsi bir sevgi.

Bana sunduklarından, asli işlevlerinden öte bir beklentim olmadığından, uzantım olarak görülmek gibi tatsız bir iş yüklemediğimden birlikte ama kendi yollarımızda geçinip gidiyoruz.

Elementlere, tuzlu deniz rüzgarları, yağmurlar ve kavurucu sıcağa ömürleri yettiğince maruz kalıyorlar. Yenisini, daha iyisi, güzelini alma baskısıyla gözümden düşmemeleri bir yana, tepe tepe kullandıkça gönlümde daha çok yer ederek kırılana, yırtılana, onarılmaz hale gelene kadar yaşıyorlar.

*

Beden de bir yanıyla nesne (vitrin) olarak görülebilir. Ama eşyadaki bu koşulsuz kabulüm konu vücudum olduğunda gelişigüzel. Kırışıklar, sarkmalarla hiç sorunum yokken saçımı boyatmaya devam ediyorum mesela.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder