Dağın başı (aslında eteği) bu işe çok uygun.
Şehirli bitişikliğinden, ölçütlerinden uzaksın. Nasıl
göründüğün burada hiç önemli değil. Ne de sahip olduğun nesneler ve temsil
ettikleri. Sana kimliğinin sıfatlarını (zevk sahibi, modern, şehirli)
bahşedenler.
Burada geçer akçe sahip olmak değil, olmak. Hayatla
sosyal çevre üzerinden, etkinliklerle, nesnelerle ilişkilenme gereği, bunun
imkansızlığıyla birlikte ortadan kalkıyor. Parmağını doğrudan prize sokabilir,
tatmini şunu yaptım-bunu ettim-onu aldım
sayıp dökmesinde değil, nefes almada, aldığın her solukta doğayı içine çekip
onun içine erimede bulabilirsin. Basit, hakiki, derin.
Bu da eşyayla ilişkiyi tümden değiştiriyor. Vitrinim olma
zorlanımından kurtulmuş, kendi yaşamlarını sürüyorlar. Eskiyor, yıpranıyor,
demode oluyor ve gözüme hiç batmıyorlar.
Tersine.
Onları özgürce eskimeye bırakmada tatlı bir his var.
Çocuğun eprimiş oyuncak ayısındaki gibi, birlikte olmaktan, zamanı üzerinden
birlikte geçirmekten gelen yoğun bir aşinalık. Şefkate varan kadifemsi bir
sevgi.
Bana sunduklarından, asli işlevlerinden öte bir beklentim
olmadığından, uzantım olarak görülmek gibi tatsız bir iş yüklemediğimden
birlikte ama kendi yollarımızda geçinip gidiyoruz.
Elementlere, tuzlu deniz rüzgarları, yağmurlar ve
kavurucu sıcağa ömürleri yettiğince maruz kalıyorlar. Yenisini, daha iyisi,
güzelini alma baskısıyla gözümden düşmemeleri bir yana, tepe tepe kullandıkça
gönlümde daha çok yer ederek kırılana, yırtılana, onarılmaz hale gelene kadar
yaşıyorlar.
*
Beden de bir yanıyla nesne (vitrin) olarak görülebilir.
Ama eşyadaki bu koşulsuz kabulüm konu vücudum olduğunda gelişigüzel.
Kırışıklar, sarkmalarla hiç sorunum yokken saçımı boyatmaya devam ediyorum
mesela.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder