Güneşe karşı oturup gözlerimi kapadım. Kendimi sesler
saçacağım çevreyi hissetmeye bıraktım. En belirgini önce sadece güneşti tabii.
Fiziksel dokunuşu, sıcağı, gözkapaklarından sızan aydınlık. Yüzüm flüt
deliğine, güneş de onu tamamen örten etli bir parmak ucuna dönüştü.
Günaydın flüt!
İşte bak, günden güne fark ediyor. Bir mekanda iki
yabancı gibi değiliz şimdiden. Selamlaştık. Havadan sudan bahisle yabancılığı
yabanlığından çıkarmaya başladık. Ben sesini, sen nefesimi duyar olduk.
Gözlerimi açmadan çalıştım. Deliklerin çevresinde,
parmağıma onların kenarıyla birlikte dokunan titreşimleri de böylece ilk kez
fark ettim. Seslere dokunduğumu ya da onların bana dokunduğunu.
Ne güzel bir yakınlaşma bu. Gitarda bunu kaçırmıştım.
Kafamda olmadık idealler, arada kapanmayacak bir uçurum, yine de bütün iradem
kusurları törpüleme inadına dönüşmüştü. İstek değil, inat. Çalarken kulağım
sadece hataları duyuyor, bunlara da bir an önce yolu temizleme sabırsızlığı,
kızgınlıkla yaklaşıyordu. Sevgi yoktu haliyle ne de zevk. Meyvesiz gerilim
iyice tatsızlaştığında bıraktım.
Oysa insanı an’da, mevcut olanda tutan sevgi ve istek. Ancak
o zaman yaşadığını ondan kopuk bir standartta ölçüp biçmiyor, kestirip atmıyor,
geçmişe-geleceğe sıvışmadan olduğu gibi alıyor, yaşadığında kalıyorsun. Ondan
sonra da elle gelen düğün bayram.
Anı günahı sevabıyla kabule mükemmel kusurluluk demeye
başladım. Fevkalade otomatik tepkiler (sabırsızlık, tahammülsüzlük, can sıkıntısı)
araya girmeden kendini yaşadığına bıraktığında ne sınırlılık batıyor artık ne
sıradanlık, defolar. Yerlerine daha iyisini koyabileceğin, geliştirip derinleştirebileceğin,
arındırabileceğin durumlarda hiç geri durmuyorsun ama bunu var olana sırtı
dönük, keskin, kuru (bazen cezalandırıcı) bir doğruculuk, mükemmelcilikle
değil, görebildiğin, yapabildiğin için ve gönüllü yapıyorsun.
En iyinin ardından gitmek o zaman yapıcı.
Şimdiyse benim için güzellikten bile önce gelen,
samimiyet. İçli dışlılık. Bir enstrüman (sözcüğün en geniş anlamıyla), ifadenin
dolaysız, organik bir aracı olmuşsa bu doğrudanlıkta güçlü, kendiliğinden güzel
bir şey var. Biçimsel olarak vasat olabilir ama insan ona kendini tümüyle ve
alabildiğine spontan verdiğinde içtenlikle güzelleşiyor. Cansuyu verilmemiş
gayri şahsi bir incelmişlikten çok daha heyecan uyandırıcı oluyor. Hakiki.
Elimde sadece bu flüt, yapabildiğimse bir parmak
egzersizi ve gam olarak hücre cezasına çarptırılmış olsam nasıl bir ilişkim
olurdu? Yaşamla tek irtibatım olmak onu nasıl derinleştirir, güçlendirirdi?
Herhalde ona bildiğim her şeyi yükler, süzgecinden geçirir, onunla düşünür,
hisseder, öğrenmeye devam ederdim.
Bin türlü dikkat dağıtıcı ile oyuncağa boğulmuş çocuklar
gibiyiz. Birini bırakıp öbürüne atlıyor, hiçbirine birlikte pişme şansı
tanımadan orada oraya savruluyoruz.
Bu küçük plastik flüt başlangıç zihnine bir çağrı.
Hah! Bir süre sonra gama bazı notaları vurgulaya uzata çeşitli
edalar vermeye başladım. Tumturaklı bir söylev parodisi. Bağrı yanık. Şen
şakrak. Bağlı (legato) çaldım. Hatta küçük bir tril denemesi bile yaptım -ama
olmadı. (Gitar hocam, cin olmadan adam çarpmaya kalkma derdi.)
Öyle işte. Sal kendini, tadını bul-çıkar, eğlen, için
ısınsın, gözlerin gülsün.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder