Okullar açıldı. El ayak birden çekildi. Nedeninden
habersiz doğayı insana çevirip şaşkınlığını hayal ederek gülümsüyorum. “En
güzel zamanım. Sıcağın, ışığın, renklerin en tatlısını sunuyorum. Huzuru.
Nereye kaçıştınız ki böyle birden?”
Ama hep orada olan, fark edilmek için zihnin yatışmasını
bekleyen dinginlik, ıssızlığın getirdiği sessizlikle öne çıkıp derinleşiyor.
Kavga gürültü, çatışma, kan-ter-gözyaşı, düşüncesiyle
zehir olup içime akmıyor. Kaçmadığım, sulandırmadığım bir gerçeklik olarak
orada. Sessizliğin kıyısında.
Mavi dupduru. Işığın sarısı artık cırtlak değil.
Canlılığı usul. Suyun sıcağı havanınkiyle birlikte gösterişsiz ama büyük bir
sevgiye denk bir dokunuşla kucaklıyor bedeni.
Güneş batarken çatıda oturuyorum. Gözlerim kapalı. Hafif
esinti yumuşak bir fırça olup altın ışığı, ısıyı üstüm başıma yayıyor.
Kulağımda denizin sesleri.
Kendinden ibaret bir sonbahar gününün dört duyulu
tuvaliyim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder