Evin önündeki bahçe bir mendil serimlik. Sökülüp atılmış
bir limon fidesinden babamın dikip aşıladığı manav ağacı bu ufacık bahçenin
ortasında. Yarısı portakal, yarısı mandalina veriyor. Çaprazındaki eski yeni
dünyanın kardeşi diğer köşede çekirdekten bitti, serpildi ama piç işte, meyvesi
mayhoş onun. Giriş yolu boyunca uzanan asmalar bu yıl keyifsiz. Dertlerinin adı
külleme. Seneye mevsimi gelmeden
ilaçlamak gerekecek. Eski yeni dünyanın bitişik komşusu yaban gülü ile bir
sarmaşık. Yeni yeni dünyanınki gelin duvağı. Onun arkasında Japon gülü, dış
köşede de mis kokulu yasemin var. Çeşide bakarsak flütün delikleri kadar, ancak bir oktav.
Ama volüme gelince iş birden değişiyor. Babam, asmanın sıkça girişe uzayarak
yolu kesen dallarını (fışkıran burun kıllarına benzetiyorum bunları), yakalasa
bizim de boynumuza şehvetle sarılacak gelin duvağını budamak dışında artık
bahçeye dokunmuyor. Kimsenin adımını atmadığı kızıl toprakta şuncacık çeşidiyle
bitkiler de Dionysos’a layık esrik bir şenliktir tutturuyor. Japon gülünün filizleri dört
bir yana sürünüp uzayarak yerlerde kızıl kızıl açıyor. Gelin duvağı yeni yeni
dünyaya karışarak dört koldan eve uzanıyor. Eski yeni dünyanın komşusu sarmaşık,
lafı onun ağzına tıkaya tıkaya üzerinden sağa sola uzanıyor, yaban gülüne,
bitişik evin verandasına tırmanıyor. Yeşilin tür tür tonu, dokusu gürleşip yükselerek
birbirine karışıyor, bir onun bir bunun açıp solan çiçekleriyle renkleniyor.
Seslerinin yüksekliği göz şişiriyor.
Hepsini söküp atmalı, baksana denizi geçtim, göğü göremez
olduk, dedi babam.
SAKIN, dedim, bırak şenliklerini sürdürsünler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder