Ad koymayı adsız bırakmak kadar seviyorum, o ayrı. Ama
fotograflara başlık koymak apayrı, neredeyse fotografı çekmek kadar başlı
başına bir iş. İmgeyi, ona bakanı şu ya da bu yöne sevk ediyor. Sınırlıyor
kuşkusuz ama oturmuş bir başlık güç de katıyor. (Bir yan ürünü, şöyle bir
bak-geç çağında dikkati belki biraz daha tutması.)
Facebook listemde bolca yabancı arkadaşım olduğundan
oraya koyduğum fotograflara iki dilde başlık veriyorum. Dillerin beyni kendi
özelliklerine göre farklı biçimlerde çalıştırdığını kanıtlayan ilginç bir
işleyiş bu. Bir imgeyi Türkçe düşünüp başlık vermekle bunu İngilizce yapmak
sırasında belirgin bir şekilde farklı bakışlar, hissedişler ortaya çıkıyor.
Böylece başlıklar bazen karşıt, bazen tamamlayıcı, birbiriyle alakasız
olabildiği gibi arada sırada aynı düşüyor. Piyanoyu çalan sağ el ve sol el
gibiler. Bir lisan hakikaten bir insan.
En hoşu, başlık ile fotografın yeniden dönüşüm
simgesindeki gibi bir çevrim oluşturarak birbirini beslemesi.
Başlığın önce geldiği, ardından fotografını aramaya
çıktığım da oluyor. Kafamda aynı anda, konuyu görmemle birlikte çaktığı da.
Bazen ilk İngilizce’si beliriyor.
Cuk oturduğunu düşündüklerim kafa yormadan gelenler.
Araya düşünce ne kadar girerse fotograf ile iki başlığı arasındaki organik
(sezgilerden, duygulardan yükselen yarı bilinçdışı) bağ o kadar zayıflıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder