Önümde bej bir Renault 12 steyşın. (Bunların tarihten
silindiği yer bu bölge olacak. Ama bugün yarın değil. Belki bir 150 yıl daha sonra.)
Arka camının sol üst köşesinde Semanur, karşı köşeye de Sudenaz köşegenel
yazılmış. Bagajında üst üste domates kasaları görünüyor. Sollarken, bir elinde
cep telefonuyla direksiyondaki genç adama göz ucuyla bakıyorum. Geçip sağ
şeride girene kadar bütün bir hikaye yazılıp bitmiş oluyor.
*
Yeni duble yol üzerinde açılan ilk yer: Çamlık Et
Lokantası. Bitişiğindeki kulübenin alnında boydan boya kırmızı harflerle “Ailenizin
Kasabı.” Brr!
*
Silifke’de bir gübre şirketinin güneşten bütün renkleri
atmış, hepsinden geriye gerçekdışı soluk bir mavi kalmış reklam afişi: “Gübreyle
büyüyün.”
*
Koca dut ağacının orada beton yoldan toprak patikaya
sapmıştım ki yoldan finosuyla gelen bir kadın, kelimeyi ağzına almanın yettiği
derin bir tiksinti-kaygı ifadesiyle yüzü allak bullak, “Orda yılan yok mudur?” dedi. Otlardan temizlenmiş,
kenarındaki zeytin ağaçları için çapalanmış toprağa baktım. İçimden, gel sen de buradan yürü, köpeğin gerçi ev içi
kullanım için üretilmiş ama yazıktır, sonuçta o da köpek, ayakları doğa görsün
demekle o kadar meşguldüm ki dışımdan verdiğim cevap bana bile tuhaf geldi:
A yok, pat pat yürürseniz kaçarlar.
Yılan mı?! Bir zamanlarmış o. Akrepler, çakallar, oklu
kirpiler, denizde vatos, rengarenk balıklar çok, insan pek azken. Artık
hamamböcekleri bile azaldı. Yerlerine biz varız.
Zeytinleri sulayan bacağım kalınlığında siyah sert plastik
boruya çocukça bir dürtüyle çıktım. Kollarımı iki yana açıp Anakonda Anakonda
diyerek birkaç adım attım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder