Bir yaşayan bir de yaşadığımızı yorumlayan,
anlamlandırarak bir bağlama oturtan yanımız var. Bu ikisi duruma göre iç içe
(sanılacak kadar yakın) ya da ardışık işliyor.
Davranışımıza, tepkimize damgasını vuran ikincisi. “Aynı”
olaya insanların farklı, bazen taban tabana zıt karşılıklar vermesinin,
etkilenmesinin nedeni de o. Yaşantıyı alıp hangi süzgeçlerden (dünya
görüşünden, kültürel-genetik yatkınlıklardan, koşullanmalardan, çevre
etkisinden; hasılı o ana dek bizi biçimlendirmiş olan bin bir katmandan)
geçirerek nasıl bir sonuca varacağımızı bu belirliyor.
Yorumcunun yaşantıdan ayrı olduğunun bilincine varmak,
özgürleşmenin belki de en önemli adımı. Aksi takdirde bizi ezen, yücelten..
olumlu ya da olumsuz etkileyen veya kayıtsız bırakanın dışımızda bir şey, olay,
kişi olduğu yanılsamasına dünya kadar hedefi şaşmış enerji harcıyoruz.
Hayatı kolaylaştırmak ve işlevsellik için yapacağımız en
iyi yatırım da herhalde bu yorumcuyu önce görmek, anlamak ve ıslah etmek.
Sorgulanmamış bir yorumcunun bağladığı nasırlar, örümcek ağları, kabuklar,
yaralar, hakkı verilerek yaşanacak bir hayatın önündeki asıl engeller.
*
Ne tuhaf, diyordu bir yakınım, insanların büyük çoğunluğu
barış, huzur isterken zıvanadan çıkmış ufak bir azınlık bütünü allak bullak
edebiliyor.
Evet, tıpkı mikroskobik bir virüsün koca bir organizmayı
hasta-dejenere edebilmesi, öldürebilmesi gibi. Ya da içme suyuna katılan bir
miktar zehrin bütün bir şehir halkını zehirlemesi.
Terör virüsünün bireysel-toplumsal bünyeyi “yorumcudan”
vurduğunu düşünüyorum. Zehirlenen içme suyunun dengi olan zihin-ruh halinden.
Yorumcuyu anlamak, terör karşısında akut bir önem
kazanıyor. Onu biçimlendiren önyargıları, ön kabulleri, yapısal özellikleri
terörün iplerini ellerinde tutanların (ona alet olan zavallıların değil) çok
iyi kavradığı açık –yoksa bu kadar etkili olamazlardı.
*
Devam etmek üzere bugünlük burada bırakayım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder