Akıldan geçen-dile getirilen ne çok cümle “Memleket kan ağlarken..” ile başlıyor.
Memleket kan ağlarken konser verilmez.
Lafa iyi haftalar diye başlanmaz.
Sanat icra edilmez. (Daha geçenlerde, Cemal Reşit Rey salonunun sezon programının “ülkemizde yaşanan olaylar” gerekçesiyle iptal edilmesine karşı dilekçeyi imzaladım.)
Başka şeylerden, başka türlü söz edilmez.
Plastik bir flüte pastoral övgüler düzülmez..
Kaosun, insanların katledilmesi, baskı, zulüm görmesinin doğurduğu keder katman katman.
En çıplak, doğrudan halinde acının acıyla karşılanması var.
Sonra buna öldürülenlerin, ezilenlerin bir tür kefareti, suçluluk duygusu katılıyor. Bütün bunların olmasında tepkisizliğimizin rolünün vicdanı huzursuz etmesi. Geçmişte bir şeyler yapmamış olmanın gelecekte de çıkışı bulunamayan bir eylemsizlikle sürecek olmasının rahatsız ediciliği.
Ama bir de dışavurumu tek bir duyguda dondurmaya bakan bir şey: Ortak duygu, ruh hali olarak öfkeli, iktidarsız bir kederin geçerlik kazanması.
Sanki bir yanda duyarlık, aldırmak, sorun edinmek var (bunun da dili, meşruluk kazanan sürekli yas hali), diğer yanda topluluğa-topluma sırtını dönmek, vur patlasın çal oynasın, kendi aleminde, baloncuğunda yaşamak.
Yaşadığımız kabus bugün yarın düze çıkacakmış varsayımıyla sürekli yası içselleştirmeye başlıyoruz.
Oysa korkarım bu sadece başlangıç. Öngörülebilir bir gelecekte istikrar, ne içine yuvarlanmakta olduğumuz bölgede ne de ülkede sağlanır görünüyor.
Dehşetli bir maraton ve soluğumuzu, ruhsal, zihinsel kaynaklarımızı durup düşünmeden bu sanki bir yüz metre koşusuymuş gibi tüketiyor, münasip gördüğümüz imaja/ruh haline dört elle sarılıyoruz.
Hayır. Tekne hızla olumsuzluktan, karanlık, acı ve ölümden yana yatarken hep birlikte onun battığı yana koşup yığılmak hiçbir şeyin çözümü değil. Tıpkı tersinin, karşı tarafı, olumluyu, güzeli, doğruyu, hayatı besleyerek yaşamaya bakmanın aymazlık, vurdumduymazlık olmadığı gibi.
Örneğim hep Miro –sadece kişisel bir yakınlık, yoksa Miro, sanatını insanlığın büyük bunalımlarından damıtan elbette tek sanatçı değil. Yoluma ışık tutuyor. Ölümün-öldürmenin ortasına yaşamın renklerini, ışığını saçmanın nasıl bir dayanak, güç kaynağı olduğunu hatırlatıyor. Sonunda kalburun üzerinde kalıp üstüne iyi şeyler çıkılacak olanın da bu olduğunu. Aynına yönelmek için sanatçı olmaya gerek olmadığını düşündürüyor. Erimi onlarınki kadar olmasa da bireyin yapabileceği en yapıcı şeyin kendine, etrafına ışık, sıcaklık, canlılık yaymak olduğunu.
Terörün, çatışmanın (ürkütücü ölçüde kısalan aralarla) tırmanarak her vuruşunda bir sonrakine kadar şöyle böyle hafifleyen aynı yasa gömülürken bunun bir maraton olacağını, nasıl yaşayacağımıza ona göre karar vermek gerektiğini de ben kendime hatırlatıyorum.
Cok begendim bu yaziyi. Tabii optimist baskis acini da…
YanıtlaSil