Sonbahar zamandan sıyrılmış, son’u atıp baharda uzayıp gidiyordu. Hava ile su sıcaklığı amniyotik sıvı kuşatıcılığında. Kızışmışlığı gerilerde bir yerde kalmış sıcak, anaç bir kucaklama gibi sürer giderken rüzgar kuzeye döndü. Tiz, keskin, kuru ve kurutucu. Cilt, sinir, önüne geleni koptu kopacak bir saz teli haline getiren. Sinekleri et koparıcı, denizi çalkantılı.
Kıyım-inşaatın
burgaçlanan olanca tozu da yön değiştirdi. Gözümüzün önünde havayı bulandıran
bulutlar nasibimizi yine de aldığımız yüklerini geniş bir yay çizerek açıklara
çevirdi.
Perde
iniyor, pastırma yazı bitti, size yol göründü der gibi. (Hoş, Ekim, mevsim
karmaşası yaşar burada. Kah ne olacağını bilemeyen ergen kah fazlasıyla bilen
yaşlı adayıdır, seni de peşi sıra sürükler.)
*
Bazen
yanan canın bazen tatlanan ağzın ile karşılarsın ama ne, neyi, nasıl diye
bakmazsan değişim değişimdir. Güney bizim için kuzey rüzgarından önceki güz
gibiydi. Dopdolu bir yalınlık, yeknesaklık. Kuşatıcı, doyurucu. İn gönlünün
derinliklerine bak; başka şey istemezdin. Yığılmayla birlikte ağır basan
hoyratlık, duyarsızlaşma, duvarlaşma oldu. Buranın ince sazı kulak vermeye
bakar, kuru gürültüye gelmez.
*
On
yıllar geldi geçti. Babam ömrünün uzun pastırma yazını burada yaşadı. Burayla
kurduğu derin bağı da bize bıraktı. Toza toprağa, dümdüz edilen yamaçlara,
talana rağmen, hepsinin altlarında fısıldadıklarını hala işitiyoruz. Şimdi toz
kaplı verandadan, babamın oturduğu yerden (“Dünyanın en zor şeyidir hiçbir şey
yapmadan oturmak, dene de bak” demişti gülerek) pek çok şey değişti, görüşümüz
değişmedi. Sonu görünmeyen bir es halinde uzayan güz gibi zamanın dışına asılı,
omuz başımızdaki kıyım burun dibimize gelene dek de böylece süreceğe benziyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder