27 Ağustos 2022 Cumartesi

PERVİTİN

İlginç bir kitap okudum: Nazi Almanya’sında uyuşturucu-uyarıcı kullanımı, Blitzed: Drugs in Nazi Germany, Norman Ohler.

Hikaye, 1. Dünya Savaşı sonrası ile Hitler’in iktidara gelişi arasındaki kısa ömürlü Weimar Cumhuriyetiyle başlıyor. Savaşın yıkımı, yokluk, kargaşa, alıp yürüyen suç, asayişsizlik, yozlaşma ve uyuşturucu kullanımı. Sadece kullanımı değil, o şartlarda her nasılsa gayet sistematik bir şekilde yürütülen ve yeni keşifler getiren ilaç sanayiyle üretimi de. O vakitler yasal olan kokain ve eroin üretimi ve Hamburg limanından dört bucağa ihracatıyla Almanya dünyanın uyuşturucu tedarikçisi haline geliyor.

Çözülüş ve yozlaşma Hitler’in yükselişine ve onun (bu kötülüğün de anası olarak gördüğü) Yahudilerle birlikte uyuşturuculara savaş açmasına kadar sürüyor. Ölüm cezasına varan ağır cezalarla önü alınmış görünüyor. İdeolojinin gösterdiği hedef Alman ırkını her türlü sapkınlık ve pislikten arındırmak.

Kitleler Führer’in kamçılı havucuyla şahlanmış, işsizlik sıfıra inerken ülke yeniden inşa atağında. Heyecanla birlikte tempo ve stres de yükselmiş. İnsanların ayak uydurmada ve kendilerinden verim alınmasında bir destek ihtiyacı ortaya çıkıyor.

Bu ihtiyaç da Pervitin adıyla bir metamfetamin keşfiyle karşılanıyor. Bugünkü adıyla kristal met olarak bilinen günümüzde yasadışı uyarıcı. Son derece güçlü, bağımlılık yapıcı bir madde. Uykusuzluk, açlık, korku, temkin gibi “engelleri” ortadan kaldırıp ağrı, depresyon gibi bedensel şikayetleri de bastırarak insanı günler boyu müthiş bir performans makinesine dönüştürüyor.

Yoğun bir halkla ilişkiler ve reklam kampanyasıyla (tramvaylarda Pervitin tüpü resimleri var) halka diş ağrısından doğum sonrası sıkıntılarına her derde deva bir mucize ilaç olarak tanıtılıyor. Ve kısa zamanda büyük bir talep yaratılıyor. Ev kadınlarından zor sınavlara hazırlanan tıp öğrencilerine, her yaş ve koşuldan insan kapış kapış alıyor.

Bu arada dünya Almanya'yla savaş ile barış arasında bıçak sırtında. Alman ordusu dışa gösterdikleri kuvvette değil. Fakat Hitler yaşam alanını genişletip ülkenin yoksun olduğu hammaddeleri buralardan karşılama hedefinde sabırsız. Güç dengesini lehlerine çevirecek tek bir yol var: Çok hızlı davranarak düşmanı gafil avlamak. (Daha sonraları Blitzkrieg olarak adlandırılacak yıldırım harekatı.) Bu da ancak askerlerden alınan verimi birkaç katına çıkarmakla mümkün. Ceplerine (yan etkileri, dozu ile bir kullanım talimatı olmadan) hap doldurulmuş askerler cepheye sürülüyor ve ordu günler boyu durup dinlenmeden, taşkın bir enerjiyle dolu, Polonya’ya girip işgali tamamlıyor. Bu ilk hamleyi ikincisi, aşılmaz denilen Maginot Hattının etrafından dolanarak müttefiklerin yüreğine saplanan hançer izliyor. Önlerinde akıllarının almadığı kadar çevik, öngörülmez, dizginlenemez bir Alman ordusu var; damarlarında çağıldayan kristal met ile manyak bir güce bürünmüş bir ordu. (Bir iki molekülün dünya tarihinde oynadığı rolü düşündüğünde insan bir tuhaf oluyor.)

Gerisi Wehrmacht’ın aklı başında generallerine kalsa (gerçi bir söz hakları olsa buna da karşı çıkarlarmış) seyri bambaşka bir yön alacak savaşta çılgınca tutkusu, uzlaşmazlığı ve cahil cesaretiyle psikopat Hitler’in ben istersem olur! müdahaleleri yüzünden dengeler çok geçmeden Almanların aleyhine dönmeye başlıyor.

*

Bu sırada saf olmayan hiçbir şeyi bedenine almamakla öğünen ve halkına örnek olan vejetaryen Führer ayağına dolanan bozuk sağlığıyla boğuşuyor. Sindirim sistemi berbat bir halde. Kader ayağına (ve bugüne kadar dolaylı bir şekilde cümlemizin başına) özel doktoru olacak Theodor Morell’i getiriyor. Şaibeli “vitamin takviyeleriyle” hastalarını müptelası yapan, çevresinde tanınmış Berlinli bir hekimi. Morell damardan verdiği ilaçlarla Hitler’i zayıf düşüren ağrılardan kurtarmakla kalmıyor, içini de daha bir enerjiyle dolduruyor. Kendini kısa sürede vazgeçilmez kılan Morell, hekimden önce hırslı bir girişimci ve işadamı. Kendine özgü sakatat (domuz ciğeri, boğa testisleri, böbrekler vd) preparatlarıyla hormon takviyeleri, vitamin, glikoz vs önleyici ve tedavi edici karışımlar hazırlıyor, ordu üst kademesine pazarlıyor. (Savaşın sonlarında Ukrayna’da devasa bir mezbahadan SS torpiliyle bütün sakatatı topluyor, cepheye çalışan trenlere el koyarak Yahudilerden gasp edilmiş fabrika-laboratuvarına taşıtıyor.)

Savaş kötüye gittikçe Führer’in damarlarına kokain ve opioidin (Eukodal) de artan dozlarda eklendiği bu sakatatlı vitaminli deneysel “ilaçları” durmaksızın şırınga ediyor.

Vejetaryenliği ile övünen diktatörün damarlarında onu savaşın sonunda Berlin gibi bir enkaza çevirecek bu mezbaha lağımı dolaşıyor.

*

Devran dönüp de Alman ordusu Rusya’da büyük bir hezimete uğradığında ölmüş at, Pervitin ile acımasızca kamçılanmaya devam ediyor.

Hitler’in nihai zafer saplantısının önünüyse almak ne mümkün.

Son bir çaba ile alelusul bir “mucize silah” bulunuyor: Torpilin üzerinde daracık bir kokpitten oluşma mini denizaltılar. Düşman donanmasını batırıp sonrasına bakacaklar. Asker kalmamış, Hitler Gençliğinden 12-18 yaş arası “gönüllüler” devşiriliyor. Bunları kamçılayacak bir de mucize ilaca gerek var ama artık zaman yok. Pervitin ve kokainin rastgele bileşimleri sakızlar haline getirilerek önce Sachsenhausen toplama kampının “pabuçla yürüyüş” biriminde (Salamander, Beta gibi ayakkabı şirketlerinin taban dayanıklılık testleri burada yapılıyor) esirler üzerinde deneniyor. Bitkin, hasta mahkumların bu sakızlarla dört gün boyunca molalarda bile uyumadan günde 90 km yürüdükleri görülünce askeri eğitimi olmayan çocuklar bunlarla tabut-denizaltılarına bindirilip düşmana karşı sürülüyor.

*

Daha birçok ilginç olayla devam eden kitap Ohler’in yorumuyla sona eriyor: “Uyuşturucu, hayalperestlik ve hayatından bezmişlik diyarı Almanya keşlerin keşini aranıyordu, en karanlık anında da onu Hitler’de buldu.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder