3 Şubat 2019 Pazar

ÇİÇERO VE CASUSLAR KİTABI

Canhıraş bir açılış ile sırtım koltuğa gömüldü. Güçlü bir film vaadi ile birbirini izleyen sahneler iyi bir görsellik ve akış sunuyordu. Çiçero, Erdal Beşikçioğlu’nun canlandırmasında trajedi ile yoğrulmuş bir insanın gizemli, yoğun, nüfuz edilemez cephesiyle karşımızdaydı. Bırakmış bir koca, tutkulu bir aşık.

Pek iyi (konuşulan İngilizce ve Almancaların kulak tırmalayıcılığına, bu dilleri konuşanların yer yer karikatürleşen bir indirgemecilikle oynanmasına aldırmamaya çalıştıkça) pek güzel derken acaba öyle miydi dediğim olgulara (Cornelia Kapp’ın down sendromlu çocuğu) geçtik. Ardından von Papen’e düzenlenen başarısız suikastın düpedüz çarpıtılmasıyla film bir Çiçero kahramanlık destanına doğru savrulmaya, gözü yaşlı ve pek bir aşk güzellemesine yuvarlanmaya başladı ve yok artık! dedirten bir Mustafa Kemal ile her şeyin üzerinde ve (kendisine atılan kazık dahil) her şeye ta başından hakim olunduğu final mesajla duvara tosladı.

Yazık oldu! Müthiş bir malzeme ile eli yüzü düzgün bir anlatım potansiyeli güdük bir bakışın ve aşk her türlü güdük bakışı dayanılır, hatta çekici kılar kanaatinin kurbanı olmuş Çiçero.

Bu ağlamalı-ağlatmalı çözülüş ve sığ bir idealleştirme yerine bütün çelişkileri ve çok boyutluluğu ile sunulacak bir Çiçero, bu karakteri üretmiş İkinci Dünya Savaşı dünyası ile Türkiye’sine esaslı bir pencere açabilirdi. Onun yerine kapıyı arkasından gümbürtüyle çarparak ufak bir dokunaklı aşk hikayesine kapadı.

*
Ben Çiçero karakteri ile Murat Yetkin’in Meraklısı İçin Casuslar Kitabı’nda karşılaştım. Filmin başlangıcı kadar ve tek bir sayfasında tökezlemeyen bir sürükleyicilikle ilerleyen kitap, derinlemesine ele alınan bir casuslar geçidi. Ve tam da filmin çuvalladığını başararak dönemler, koşullar ve kişilere baktıran ve gördüren pencereler açıyor.

İdealleştirme- yargılamadan uzak, temiz, net bir objektifle detaya inme ve bütüne açılma arasında usta bir fotografçı gibi gidip geliyor. Olaydan olaya, uyandırdığı ilgiyi hiç kaybetmeden geçiyor. Büyük oranda tesadüflerin, kişisel zaaf ve inançların yön, biçim verdiği kişiler ve koşullarla yazılmış tarihi önümüze pay çıkarılacak bir şey değil, oraya buraya çekiştirilmeden objektif bakılsa çok daha fazla şey gösterecek (ve kazandıracak) bir akış olarak getiriyor.

Casuslar Kitabı’nın Çiçero’su, taşıdığı suyun tarihin akışını etkilediği, filmde idealleştirilenden çok daha çiğ, keskin; atmadığı çalım kalmamışken sonunda bir kenarda tükenip gitmiş bir tanrı kulu. Kitabın kapsamı gereği onun kişiliğinden çok yaptıklarına eğiliyor; nasıl biri olmuş olabileceğine dair ipuçlarını bunlarda buluyor, oradan itibaren farklı (ve çok açılı) Çiçerolar canlandırabiliyoruz.

İlerde tarih denilecek harala gürele akışın içinde güçlü iradelerin yön değiştiriciliğini teslim ediyor (bu sırada tarihi belirlenimcilik gibi katı indirgeyiciliklerden uzaklaşıyor), hayatın tesadüf ve irade arasındaki sonsuz git gel zemininde şekillendiğini hatırlıyoruz. Olaylar öyle gelişir ki tek bir insanın dokunuşuyla bütün bir konserve piramidi yerle bir olabilir.

Casuslar Kitabı işte böyle dokunuşların kitabı. Zaaflarının, inançlarının, korku ve öfkelerinin güdümündeki güçlü iradelerin (casusluk bu, çelik gibi bir sinirağı ister!) akışta yarattıkları değişimlerin kitabı.


Murat Yetkin, kişileri tekilliğin sınırlı ama bütün içinde belirleyici olabilen bir gücün sahibi olarak (ve bağlamı içinde) sunuyor ki kitaptaki Çiçero’yu filmin Çiçero’sundan çok daha ilginç kılan da o.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder