13 Haziran 2017 Salı

KEDİ NOTLARI

Bir çiçeklik dolusu ormanlaşmış sardunyanın arasına daldı, kayboldu. Eşinirken hafifçe mırıldanmasından, yapraklar arasında belirip kaybolan kuyruk ucundan başka belirti vermeden bir süre kaldı. Kafasını çıkarıp terastan izleyen benimle göz göze gelmesiyle şimşek gibi yere atlayıp tüydü. Yok, buranın daha güvenli olmayacağına kanaat getirmiş olmalı. Bebeleri güneş altında yanmaya devam edecek. Pek uğramayan komşunun ikinci katta gözlerden uzak boş beton çiçekliğinde.



*
Okşanırken başını hazla geriye atıp gözleri kapalı, ağzı aralık gırıldaması kardeşime Türk filmlerinin sarışın şuh karakterlerini çağrıştırıyormuş; kediye Necla demeye başladı. Benim içinse hâlâ Küçük o. İlle bir karakter yakıştıracak olsam Artemis/Diana derdim.





*
Küçük Prens’in tilkisinin söylediği oldu aramızda. Bir tilkinin yüz binlerce diğerinden farkı yoktur. Ta ki sen ile o birbirinizi ehlileştirene kadar. O vakit o tilkinin bir benzeri daha olmaz.

Kendini –dikkatini, sevgini- olduğu gibi verip bağ kurduğun varlık biricikleşiyor. Eşsizlik nesnelerinden değil, ilişkinin kendisinden geliyor.



*
Ufak tefekliğiyle haddini biliyordu. Temkinli, tetikte. Yiyeceğini göz dikene bırakıp kaçıvermede pek iyi. Ayrı kaldığımız kışı herhalde bu sayede atlatmıştır. Bir iki kedi ahbabı, ben ve kardeşim dışında her şeyden uzak duruyordu. Bir yaşına varmadan hamile kalana dek.

İçgüdü programının bu kısmının devreye girmesiyle cüssesini, hayatta kalmasını sağlamış stratejisini unuttu. Gözü döndü. Canavar kesildi. Kendinin iki üç katı kedileri sırt tüyleri dimdik, kulaklar geriye yapışmış, kuyruk adeta bir urgan, dehşetengiz hırlamalar, tıslamalar, çığlıklarla ta ötelere kovalaya kovalaya egemenliğini kabul ettirdi. Aslında çoğu egemenlik gibi blöfe dayalı olsa da blöfüne önce kendisinin inanması, bulaşılmaması daha iyi olacak bir bela kesildiğine başkalarını da inandırdı. Alan –bizim ev ile komşunun beton çiçekliği- artık ondan soruluyor. Bilmeden gelip geçen kedilerin vay haline!



Kuş, böcek, fare, kertenkele, yılan, gariban avların da. O tatlı, ufak tefek varlığın hemen bitişik diğer yüzü türüne ihanet etmiyor. En yürek sızlatıcı zamanlarında, onu kovdu kovacak annesinin peşinden gelirken bile yaman bir avcıydı, şimdi iyice.

*
Bazen annesi duvar dibinde görünecek oluyor, ayaklarının / patilerinin ucuna basa basa, çıt çıkarmamaya bakarak. Küçüğün radarı hep açık. Kulaklarının dikilmesi anasını püskürtmeye yetiyor.

*
Bizim veranda parmaklığından komşunun çiçekliğine epey mesafe. Parmaklığın uygun noktasında atılmaya hazır duruyor, uzaklığı, gereken kasları ve gücü hesaplıyor (ilk canlıyı uzaya gönderen bilim insanlarını çağrıştırıyor bu hali; açı ve kuvvet kusursuz hesaplanmalı) ve bir metreyi aşkın fırlayışla pergolenin ahşap eteğine, oradan da beton çiçekliğin kenarına konduğu gibi içine, yavruların yanına dalıyor. İnişleri de aynı hesap kitap ve yanılmazlıkta. Bazen tedirgin olduğunda bu yolu defalarca art arda yapıyor. Onca hazır mama ve ava rağmen hâlâ kemikleri ele geliyorsa boşa değil.

*
Yavruları bizimkinden komşunun terasına geçip tepeden gördüm. Sarı-boz, irice iki fare gibiydiler. Babanın bir gözü kavgada çıkmış siyah beyaz hafif budala toraman olduğunu sanıyordum ama desenleri annenin kopyası. Bu fotografa baktığımda başlığı kendiliğinden geldiydi: Madonna.



Gözleri, kırmızı ağızları açıldı. Taptaze kedi yaşamları. Bakalım nereye kadar. Doğaya güvenmede bu kadar gönülsüz olduğumu bilmezdim.



*
Çelişkilerin birliğini insan kediden öğrenmeli. Bu munis katilden, yürek çalan sadistten (avları sadece karın doyurmaya değil, idmana, oyuna, eğlenceye de yaratıyor), kendini sonuna kadar verip bir anda da geri alandan, pelteleşircesine gevşemeden ok gibi fırlamaya saniyeler içinde geçen uyuşuk bombadan.

Sınırları da. Ben ne yapsa başım üzerine demeye doğru hızla gidiyor olabilirim. Sınırsız görünen güveni içinde okşayışımı biraz haşinleştirsem olacakları o ise birden elime doğru hamle edermiş gibi yapışıyla hatırlatmaktan hiç geri durmuyor. “Usul git! Öylesini seviyorum. Yoksa sen bilirsin!”

*
İkindi üzeri gölgeye serilmiş yatıyor. Yavrular ise pişmekte. Görüyorum, yer arıyor ama bulacak mı? Risk alacak mı? Nedir ki bir kedinin ölçütleri? Güvenlik tabii, önce o. Sonra? O acemi, ben kedi konusunda kıt bilgili, içim gidiyor. Beton bir kuyu içinde ne algıları uyaran ne oynayacakları, tırmanacakları bir şeyleri yok, göğünki dışında bir renk bile bilmeyecekler, ebleh olacak bunlar diye tasalandım. Oysa gayet sağlıklı, hesabıma göre bir aylarını dolduruyorlar. Şimdi de kavrulmalarından korkuyorum. Ama bir parça bez atmak dışında bir şey yapmaktan, müdahaleden de çekiniyorum. (Çekil kenara, ben üstün cinstenim, senin, yavruların, türün için en iyisini ben bilirim demek uzağımda. Evet, onu böyle özelleştirmek de müdahaleydi, düşündüğüm gibi kısırlaştırmak da öyle olacak ama o kadar. Rahatım ve kıymeti kendinden menkul bir akıl yürütme kadar saygıyla karışık bir çekingenlik de işbaşında burada.) Kedide içgüdü nereye kadar, deneyim, karakter nereye kadar bilsem..

*
Onunla bir insan gibi, insan olarak dırdır mırmır konuşmayı kesip sessizliğine konuk olmak büyüleyici. Bir hayvan, başka bir derya olduğunu hatırlamak, keskinleşen vahşi bakışına kilitlenmek.

İnsanlaştırmayı, insana dair şeyler yansıtmayı bir yana bıraktığımda ilişkimiz eşitlerin karşılaşmasına dönüyor.


Kışkırtıcı, ürkütücü, yabani bir tat.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder