17 Mayıs 2017 Çarşamba

SESLERLE

Durağa otobüsle aynı anda geldik. Ne iyi, dedim, gün akmaya başladı! Keyifle bindim, üstelik oturdum. Ortaköy’e kadar bomboş olan yol orada bir anda dolup tıkandı. İnsanlar onuncu dakikasına varmadan oflayıp puflamaya, üçer beşer inmeye başlarken kulaklıkları kulağıma tıktım, Philip Glass’ın Einstein Sahilde operasının ilk perdesinden Tren bölümünü içeri boca ettim.



Glass’ın treni duran trafikte ilerlemeye koyularak İstanbul’a karıştı. Aldırışsız bir kulağa sonsuz bir tekrar gelecek şey görünürdeki tekrarın tekrarlanmazlığıydı. Hareketsizliğin hareketi. O İstanbul oldu, İstanbul da o. Akan bir akışsızlık!

Bir süre sonra görüntülerden de ayırarak sadece müziğe odaklandım (ya da müzik bana, kim bilir).

Tren!

Dahiyane bir ses işleme. Saat yönünde giderken derece derece saat yönünün tersine çevrilen döngüler, raylar üzerinde süzülürken çatallaşan doğrusallıklar, aks üzerine iki, üç yana kontrollü savruluşlar..

Kahkaha atmamak için kendimi tutarken bir kez daha bildim ki sesleri seviyorum ben, daha müzik halinde işlenmeleri veya yarı işlenerek sentezlenmeleri vb öncesinden, en ham hallerinden başlayarak sesleri. Sevdikçe dikkatim bileniyor, dikkatim bilendikçe daha iyi seçiyor, aralarında ilişkiler, etkileşimler buluyor-buluşturuyor, daha çok seviyorum.

Müzik kulağımı inceltirken ses sevgim de müziği duyuşumu besliyor.


Otobüsten nice zaman sonra, Philip Glass’la aramda koyu bir kulak kardeşliği kurulmuş, derin bir doyumla indim.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder