22 Mart 2017 Çarşamba

JOHN CAGE’E SELAM OLSUN

Perdeyi buz tutmuş fırtınalı bir deniz gibi görünen terasa açtım. Deşilen yüzeyi alt alta üst üste enli parçalar halinde uzanıp gidiyordu.


Yeni bir gün, gürültünün ikinci perdesi.

Her biri farklı bir yöneticinin kandığı farklı bir müteahhit tarafından bu kez kesin izolasyon çözümü olarak döşenmiş kat kat işe yaramaz yalıtım, orijinal inşaat seviyesine kadar parçalanıyor. Evin kendisinden geniş bir teras alanında bu, beş iş günlük kompresör ve balyoz şenliği, duvarlar ve zeminden kemiklere geçip onları zangırdatan titreşim, toz toprak ve işçi trafiği demek.

İlk gün laptopumu alıp gürültüden en uzak noktaya gittim, arkamdan köpekbalığı kovalıyormuş gibi bir azimle çevirimi bitirdim. Kompresör kürek mahkumlarına tempo tutan davulcu gibiydi. Onun kadar kesintisiz çalıştım.

Paralel bir akışta, saldırgan bir uyarana nasıl karşılık verileceğini düşünüyor, yokluyordum. Böyle bir gürültü rahatlıkla bir zorba gibi algılanabiliyor. O zaman da asıl sorun gürültünün kendisinden çok ona atfettiğin nitelik haline geliyor. Zorba, huzurunu kaçıran, seni hiçe sayan… Böyle böyle birbirine eklenen bir yığın nitelik, çağrışım. Sonra ona itiraz etmek, yakınmak, şikayete giden yığınla enerji. Ve sonunda vuku bulan şeyden değil, ona dirençten bitap düşmek.

Akşamüzeri tefekkür ve meditasyonun yardımı olmasa olacağımdan çok daha az ama yine de yorgundum.

*
John Cage kendi yağıyla kavrulmaya çalıştığı dönemde Manhattan’da parasının elverdiği bir daire tutmuş. İşlek bir cadde üzerinde, çok gürültülü bir yer. Gürültüden önce nefret etmiş. Sonra başka bir seçenek olmadığından bununla yaşaması gerektiği gerçeğine karşı durmayı bırakmış. İtmeye, kaçmaya, kaçınmaya çalışmayı. Dönüp yüz yüze gelmiş. Ve som bir dikkatle kulak vermiş. Gürültü o vakit yekpare bir sıkıntı kaynağı olmaktan çıkıp kendini açık etmiş. Nüanslarını, dalgalanmalarını, her bir anının eşsizliğini. Tizlerle peslerin neredeyse kontrpuan denecek geçişimini.

Dinlemiş ve anlamış. Bir daha da nefret etmediği gibi gürültünün o günlerinin dilediği an öne geçirmeyi bildiği arka planı olmasından neredeyse tat almış.

Yaratıcılık yoktan var etmekten çok olanı dönüştürmektir belki.

*
Kırıcı ustayla çırağına kapıyı açtım. Kusura bakma abla dedi mahcup, sanki kırıp dökmek önüne geçemediği bir zorlanımdı da bana istemeden zarar veriyordu. Çırağını duvarlara değmemesi için uyardı, sabah güneşinin alabildiğine tazelikle serdiği ışıklı yolluktan terasa çıktılar. Onlar kıyamet aletlerini hazırlarken soprano, alto blok flütlerle teneke düdüğü şöminenin üzerine dizdim, önüne nota sehpasını koydum.

Birlikte başladık.

Onları bastıramazdım, buna yeltenmedim bile ama sesimi hiç olmadığı kadar yükselttim. Beni maskelemelerinden istifade özgürce üfledim. Gavotlar, menüetler, türküler, İrlanda halk şarkıları, Barok.. Sesim güçlenmekle kalmadı, nicelikten devşirme bir de güven geldi.

Bir süre sonra tuhaf bir şey oldu. Bu iki ses kaynağı ayrı şeyler olmaktan çıktı, kompresörü de içime aldığım duygusuyla devam ettim. Yüksek bir duvara cüsseli bir gölgesi düşen ufak tefek bir şeydim de sanki, gölgem beni değil, ben gölgemi yutup kocamanlaşmıştım.


Bu akşamüzeri ne yorgunum ne bir şey. Kafam da içim de hafif, ışıklı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder