9 Aralık 2016 Cuma

ENGİN

En son elinde ufak bir alışveriş torbasıyla yolda rastladım. Ağzı, burnunu örten beyaz maskesinden gözlerine taşmış bir gülümsemeyle yeniden ayağa kalkmanın, kendi işini görmenin, kısa yürüyüşler yapabilmenin ne nimet olduğunu keşfedişinden söz etti. Böyle giderse bir iki ay içinde işine dönmeyi düşündüğünden.

Çok geçmedi, güneye göçtüm. Sonbaharın ortalarında ağır hasta olduğunu, ikinci bir kez yenemediği kanserin bütün vücudunu sardığını öğrendim. Şehre dönüşümde son haftalarını yaşadığını söylediler.

*
Kum saatinin yukarı bakan haznesinin hızla boşaldığını bildiğim halde / bildiğim için seni arayamadım Engin. Boşunalık hissini aşamadım. Lafların, tavırların ne hafif, uzak, boş kalacağı duygusunu. Nasıl uzanacağımı, nasıl dokunacağımı bilemedim. Bir yanım bunun bir yolu olması gerektiğine kuvvetle inansa da sarsaklığından ürken yanım yaklaşamadı.

Başucunda oturup elini tutmak, o hiçbir şeyin doldurup örtemeyeceği, anlam veremeyeceği bilinmezliğin sen eşiğinde, ben daha yabancısı, birlikte susmak.. Ama sıradan bilincin ayak bağını aşamadım.

*
Buz mavi havada kırık dökük bir cenaze töreni. Arkadaşlar, eski öğretmenler, eş dost, biraz protokol.

Cenaze törenleri nasıldır, bilirsin. Tabutunun başında allı desenli bir eşarp, tek bir çiçek, cansız bedenine sırtı dönük fanilerin devam eden hayatları içinde bir toplanır gibi olan bir dağılıveren dikkatlerinde sen şimdiden çözülmek üzere bir anısın.

Bu kadar önemsediğimiz, gözümüzde büyüttüğümüz şeyin, hayatın maskesini yokluğuyla alaşağı ederek aslını, boşunalığı soğuk bir rüzgar gibi estiren bir anı.

*
Seni mezarlığa uğurlayıp ellerimizi nefesimizle ısıta ısıta yakınlardaki bir simit sarayına yollandık. Çaylar söyledik, kahve, ortaya simitler. Ölümü kapının önünde bırakıp senden de biraz ama çokça devam edip giden hayatlarımızdan söyleştik.

*
Akşam ezanı okunurken yattığı mezarlığı hayal ettim. Karanlık, boş.

Ölmekten öyle korkuyordu ki diyordu acının yüreğini deştiği kardeşi.


Zor muymuş Engin?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder