26 Ekim 2016 Çarşamba

BIÇAK SIRTINDA SHAKESPEARE

Bir düğünün devamı olarak sahnelenecek Shakespeare oyununda başroldeyim. Provadayız. Çok dar, uzun sahneye çıkıp açılış repliği için elimdeki metne bakıyorum (kuşe kağıda ne kadar kaliteli bir baskı!). Unutacak olursan, diyor rejisör, “kardeşin” burada. Sağımda solumda birilerini aranıyorum. Bilgisizliğime gülerek “Biz ona böyle deriz” deyip önümdeki metal direkte göz hizasına yerleştirilmiş tablet bilgisayar büyüklüğündeki ekranı işaret ediyor. “Bütün söyleyeceklerin buradan akacak.” Aklım pek yatmıyor ama peki madem.

Kaçta başlayacağız? 8 ya da 9’da. “Seyirciler” kilise sıralarını andıran uzun tahta banklarda, sahne ve sahnede olacaklarla hiç ilgilenmeden kendi alemlerine dalmış, gülüşüp konuşmakta. Oyunla ilgili kişilerse bir dağılıyor bir toplanıyor sanki ama hepsi benden çok uzak.

Söyleyeceğimin kendini gerçekleştiren bir kehanet olmasından korkarak ama yine de dayanamayıp sütkardeşime “Her şeyi berbat edebilirim” diyorum, “Rolüme hiç çalışmadım.” Aldırmıyor. Hayranlıkla “Şu baskının kalitesine bak!” diyor. Gösterdiği, piyes metninin arasına serpiştirilmiş yüksek çözünürlüklü fotograflardan birine bakıyorum. Kaşık niyetine kullanılan koyu yeşil bir oyun küreğinin kenarındaki parıltılı, kristalimsi yiyecek artıklarına makro çekim.

Bilincim bir bıçak sırtında. Sıradan çalışırsa prova eksiği, metni sonuna kadar okumamış olmak beni ve başrolde olduğum oyunu uçurumdan aşağı yuvarlayabilir. Ama elimdekini alır, doğaçlayarak ilerleyebilirsem kanatlandırır, uçururum!


Korku sıradan işleyişe bağlı ve beni tutuyor. Onu ve bırakırsam olabilecekleri aynı an ve kuvvette hissettiğim bir bıçak sırtı bu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder